KIYIDA KÖŞEDE BİR YER

Bir zaman makinesi olsaydı, gelecek ya da geçmişe gitme şansımız olurdu. Peki siz hangi zaman ve ülkeye gitmek isterdiniz? Geçmiş mi, gelecek mi?

Siz bu soruya cevap düşünürken kabul buyuranlar için, bu haftanın merhabasını şuracığa iliştireyim.

Merhaba efendim,

Merhaba Eylül ayının ilk günlerine,

merhaba olup biten her şeye rağmen; akıl sağlığını korumaya çalışanlara,

merhaba "kaos iyidir, geliştirir" diyenlere,

merhaba diye seslenenlere,

"merhaba" diye karşılık verenlere..

Evreka! Evreka! (Buldum! Buldum!)

Söylentiye göre Arşimet, şekilsiz bir cismin hacminin, suya battığı anda su hacmindeki değişikliği bularak bulunabileceğini keşfettiğinde banyodan çıplak bir şekilde sokağa fırlamış ve sokaklarda koşarken bu ünlem sözcüğünü haykırmış!

Arşimet'in duş alırken şekilsiz bir cismin hacmini bulma yöntemini bulmasını bir tesadüfe bağlamak kolaycılık olur.

Tıpkı Newton'un yerçekimi kuvvetini kafasına düşen bir elma ile bulduğunu varsaymak ve bunu bilgi hazinemize bu şekilde bırakmak gibi...

Kaldı ki Londra kraliyet arşivlerinde bulunan el yazmalarında; Isaac Newton'un yerçekimi kanununun oluşmasına öncülük ederken ve klasik mekaniğin temellerini atarken, adanmışlığa ve özverili çalışmalarına şahit oluyoruz.

Eğer zamanda geriye gitmek gibi bir şansım olsaydı; ilk insanların olduğu zamana ve bu iki bilim insanın yaşadığı zamana gitmek isterdim.

İlk insanların yaşama olan adanmışlıkları ve azimlerini gözlemlemek isterdim. Ve Arşimet ile Newton'un adanmışlık ve azmine şahit olmak isterdim.

Geçmiş! Adı üstünde ya, geçmiş… Kimi zaman belgeler, kimi zaman ise kulaktan kulağa anlatılan hikayeler ile zihinlerimizde yer eder.

Gelecek ise bir muamma silsilesi olduğu kadar, öngörü ve varsayımlarla tasvir edilir. Elbette öngörü ve varsayımlar, birey ya da toplulukların söylem ve eylemlerinin uygunluğu kadar doğru çıkar. Ve elbette gelecek, hayaller ile bezenen arzularla da dile getirilir.

Gelecekte bir tarihe gitme şansım olsaydı, dünyanın son gününü görmek isterdim. Ve son canlı insanı!

İlk insanların adanmışlığı ve azimlerini, son insanınki ile karşılaştırmak isterdim...

***

Yazılarımı takip edenler hatırlayacaklar. 4’üncü sayıda Eylülün Sesiyle başlıklı yazımı bir soru ile bitirmiştim.

Bir uzay geminiz olsaydı, ismi ne olurdu?

Soru buydu. Bu soruya ilginç cevaplar aldım. Hem mail ortamında hem de sosyal medya ortamında. İlginç cevaplar kadar yaşadığım ilginç durumlar da oldu. Biga sokaklarında dolaşırken sadece gemi ismini verip uzaklaşanlar da oldu.

Duyduğumda ya da okuduğumda tebessüm ettiğim isimler oldu, işi ciddiye alan isimler de.

Aslına bakarsanız her insanın bir uzay gemisi var! Din, dil ve ırk ayrımı olmaksızın her insanın bir uzay gemisi var. Doğmuş, yaşamış, yaşamakta olan, ölmüş olan her canlı varlığın bir uzay gemisi oldu. Olmaya devam ediyor.

Farklı dillerde adlandırılan ama genel olarak aynı anlamı barındıran bir adı da var.

O uzay gemisinin adı; DÜNYA!

Hepimizin içinde olduğu uzay gemimizin adı DÜNYA!

Hepimizin aynı ve ayrı ayrı sorumluluklarımızın olduğu uzay gemisinin adı DÜNYA!

Kimileri için uzay gemimiz çok büyük bir yer. Kimisi tek sahibi olduğu zannı ile yaşadı, yaşıyor...

40 küsür yıldır uzayda seyahat etmekte olan Voyager 1'in bulguları ile birlikte uzay ve yıldızlar arası mesafeler gösteriyor ki; uzay gemimizin kainatta kapladığı yer nokta bile değil...

Hayatınızı adadığınız şeyler, azminiz ve becereniz ile ortaya çıkar. Her bireyi, doğumun mucizesi kadar gerçek olan bir ölüm bekliyor.

Paylaşmak gerekiyor. Acıları paylaşırsak azalacak. Mutlulukları paylaşırsak çoğalacak.

Lacos Egri'nin Piyes Yazma Sanatı adlı kitabından bir anekdot ile yazımı bitirmek istiyorum.

“Ölüm, ölümsüzlüğe ödenen küçük bir bedeldir.”

Lacos Egri; anlattığı antik bir hikaye sonrasında bu ifadeyi kullanır.

İnsanın asıl öldüğü zamanın, onu tanıyan ya da hatırlayan son kişi öldüğünde olduğuna vurgu yapar.

Unutulmamanın ve iyi hatırlanmanın bedeli olarak, gök kubbede hoş bir sâda bırakabilmeniz dileğiyle...