MUHTARIN KÖŞESİ - Gıcık ve yanlış bir söylemi başlığa çıkararak yazıya başlamak risk aslında. Türk Dili’ni doğru kullanmaya çalışanlar höykürecek hemen. “Adamın başlığı bile hatalı” diye çemkirecekler.
Gıcık ve yanlış bir söylemi başlığa çıkararak yazıya başlamak risk aslında. Türk Dili’ni doğru kullanmaya çalışanlar höykürecek hemen. “Adamın başlığı bile hatalı” diye çemkirecekler. Kızmasınlar. Anadilini unutmuş (aslında unutturulmuş) bir Çerkes çocuğu olarak aldığımız Türk Dili eğitiminin her daim hakkını vermeye gayret etmişizdir. Çocuklarıma ve de henüz yolda olan ahfadıma da tavsiyemdir: Türk Dili’ne sahip çıkın!
Medya Lokum’un çiçeği burnunda yazarı olarak 22 Şubat’ta bir yazımız yayınlandı malumunuz. Bana açılan “Muhtarın Köşesi”nde, “Yılan Hikâyesinde Son Durum” diye Bismillah demiştik. Açıkçası bir selamlama yazısı yazmadan, bir köşemizin olması pek de içime sinmedi. Bu yazıyı siz okurlarımız ilk yazı olarak kabul edin isterseniz.
Ya da şöyle değerlendirin. Hani sahneye çıkan sanatçı, selamlama konuşmasından önce bir şarkı patlatır ve havayı ısıtır ya biraz; onun gibi yani. Vakti zamanında Gar, Çakıl, Lunapark gibi gazino sahnelerinde böyle görmüştük. (Vallahi pek paramız yoktu. Ucuz halk günlerinde giderdik arada) Mesela Bülent Ersoy önce “Baharı Bekleyen Kumrular Gibi” diye başlardı programa. Ondan sonra da ağdalı Türkçesi ile bayıltırdı seyirciyi. Akabinde “İşte Bu Bizim Hikâyemiz” diye devam eder; taze aşık gönüllerimizi mest ederdi. Evet evet; o zaman erkekti daha. Efemine hali ile bugünkünden daha güzel bir kadınsı güzelliği vardı açıkçası. Şimdiki hali gerçekten korkunç. Gece çocukların rüyasına girecek gulyabani misali hatun.
Bir önceki paragraftan hareketle, Bülent Ersoy’un cinsel kimliğinden dem vurarak, “dönme” kelimesine sarılabilirsiniz. Hakkımızda da “siyasi döneklik” yaftası yapıştırmak isteyenler zıplamasın hemen. Ne benim sola dönüşüm söz konusu; ne de Ahmet Tunç’un sağ şeride geçmesi…
Taa, Bigazete yıllarından başlayan abi-kardeşlik hukukunun bugünlere taşınmasıdır sadece. Yılan Hikâyesinde Son Durum’u yayınlar mısın dediğimde, daimi bir köşe açmayı teklif etti Ahmet Tunç. Ben de kabul ettim. İkimiz de mevzilerimizdeyiz yani. Buradan dedikodu çıkarmaya yeltenmesin kimse.
İlk şarkıyı patlattık. Sunuş konuşmasını da yaptık…
Sadede gelirsek…
Önce okur, sonra da yazar olmak gerek. Hani derler ya. “Bir kitap yazmak için bir kütüphane dolusu kitap okumak gerekir” diye. Tabi bu kütüphane İskenderiye Kütüphanesi değil elbet. Ama net elli dört yıllık bir okur olmamız, kendimize biraz kalem oynatma cesareti veriyor. Bütün bu okumalarımıza göre de bildiğimiz bir şey var. Bilgi adına bildiklerimizin, bilmediklerimiz yanında, okyanusta bir katre su mesabesinde olduğudur.
Okumak deyip, sözü bugün bitirdiğim, Cemil Koçak’ın” Tek Parti / Cumhuriyet ve Şefler” kitabına getirmek isterim. Kitabı 2016’nın 12 Mayıs’ında almışım. Bir heves hemen okumaya başlamışım üstelik. Altını çize çize, sayfa kenarlarına notlar ala ala okurken; o yaz İstanbul’dan köyüme nakl-i mekan eyleyince, kitap bitmeden gündemden düşmüş. Yıllar yılı bölük pörçük getirmeye çalıştığım kitaplarımın son postasında tekrar çıktı karşıma. Bir iki gündür de bitirmeye çalışıyordum.
“104 amiralin” bildirisinin patladığı sabah, bildiriden habersiz okuduğum bölümlere bakar mısınız? Sayfa 293: “ 1937 yılının Kasım ayında Atatürk Afyon’dan ayrılırken, Orgeneral İzzettin Çalışlar’a uğurlama töreni esnasında vali vekili Raif Tek’in saygısızlık yaptığı…” iddiasıyla, özür dilemesi için yapılan baskı anlatılıyor. Üstelik bundan Çalışlar’ın kendisi bile farkında değil. Ama o paşa, beriki vali vekili… Yani sıradan bir vatandaş(!)
Bir sonraki bölüm daha da ilginç. Sayfa 299: Başlık, Muhafız Alayı Komutanı Yarbay İsmail Hakkı Tekçe Polisi Neden Dövdü. Konu kısaca şu: 1936 yılı, 9 Nisan’da Atatürk’ün ziyareti esnasında, nöbette olan polis memuru Basri Bey’in, önünden geçip giden muhafız alayı subaylarına selam vermemesi üzerine, Tekçe tarafından daha sonra dövülmesi ve küfür edilmesi… Kaldı ki nöbetteki memurların selam vermemesi gerektiğine dair İçişleri Bakanlığı’nın da genelgesi var üstelik. Başbakan İnönü ve İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya devreye girmesine rağmen, iş büyüyor ve polis memuru yediği dayakla kalıyordu. Gel de şimdi Hayvan Çiftliği kitabını hatırlama… George Orwell toprağın bol olsun.
Artık tevafuk mu dersiniz bilemem. (Yazarınız arada böyle Osmanlıca kelimeler saçar ortalığa. Alışmak gerek) Bugüne geldiğimizde değişen bir şey yok. Bu ülkede askerler hâlâ borularını öttürme derdindeler. Geçmiş olsun beyim. Amiyane tabirle “Üsküdar’da sabah oldu deyip” cümleyi “15 Temmuz Şehitler Köprüsü”ne bağlayalım. Vallahi bu sefer boğazın derin ve serin sularında banyo yaptırır bu millet size. Aklınızdan bile geçirmeyin. Yeter artık; yeter ya - hu!
Ha “sandık her şey değil” diyenleriniz varsa hâlâ… Bu sefer de alabilirseniz iktidarı; bir daha da “batının baskısı, demokrasi, insan hakları bla bla… demeden paşa paşa yönetin ülkeyi. Demokrasiye geçtik deyip, bir daha iğfal etmeyin milleti. İkide bir de sandık mandık kurmayın. Hem zamanınıza yazık, hem de ülkenin milyonlarına. Varsa tabi o altı okka dalak…
Sultan Abdülaziz’in hal edilmesinden bu yana süregelen darbe sevicilik bitmedi bitmeyecek gibi de görünüyor. Ama o zaman Çerkes Hasan çıktı meydana… Beyazıt Meydanı’nda dut ağacına asılarak ödese de bedelini; ismi kaldı yadigar. Ömer Halisdemirler de her devirde varlar… Çok şükür…
Bir başka Çerkes de, Kurtuluş Savaşı’nın başında Salihli cephesinde kurduğu Kuvay-ı Seyyare ile Yunan’ın Anadolu içerisine girmesini engelledi. Her biri bir şeref madalyası misali 17 yarası ile isyan üzerine isyan bastırdı. Yunan’a dar etti Anadolu topraklarını. Mükâfatı da isminin başına getirilen “Hain” ve “Çerkes” ibaresi oldu. En nihayetinde tasfiye edilmeye çalışılan Ethem Bey oldu. Ve Ürdün’de öldü gitti vatan hasreti ile. Hal böyle iken, en son pazara çıkan Nedim Şener ve Bilecik Belediye Başkanı Semih Şahin dangalağı bir kez daha baltayı taşa vurdular. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Çerkes vatandaşlarını rencide etmek için adeta yarışıyorlar. Bu modeller hiç bitmiyorlar aslında. Dönem dönem bu salak ve cahil takımı arz-ı endam ediyor; ve yaptıklarından da hiç utanmıyorlar maalesef. Tarihten de haberleri yok bu zavallıların. Onlara Çerkes toplumunun thamadesi Muhittin Ünal’ın “Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolü” kitabını okumalarını salık veririm.
Muhtar olmaya karar verdiğimde, muhtar kelimesinin karşılıklarından biri olan “ her işe burnunu sokan” anlamını da hayata geçiren bir muhtar olma sözümü, bu yazma serüveni ile de tutmuş olayım.
Fakındayım. Yazımız biraz don lastiği gibi uzadı. Üstelik sık sık “İyi bir yazı mini etek gibi olmalıdır. Heyecanlandıracak kadar kısa; örtecek kadar uzun” dediğim halde… Sabrınızı zorladım. Bir daha olmaz affedin.
Lokum Medya’dan merhaba!