İnsan, biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. İnsanın biyolojik, psikolojik ve sosyal anlamda yaşamış olduğu her zorlantı bir diğer alanı da etkiler. İnsan, doğası gereği ilişki kurmak zorundadır. Bu ilişkiler, anne-çocuk, baba-çocuk, arkadaş, komşu gibi çeşitlilik gösterebilir. Her ilişki birbirinden farklılık gösterse de burada ortak olan nokta arada karşılıklı bir etkileşim olduğudur. İnsanların kurmuş olduğu ilişkiler sonucunda ruh sağlığı da değişkenlik gösterir. Özellikle yetişkinliğe geçiş dönemi olarak kabul edilen ergenlik döneminde, bireyin akranları ile kurmuş olduğu ilişki onun kimlik gelişimine, akademik başarısına, sosyal davranışlarının yönüne ve psikolojik gelişimine önemli katkılar sağlar.
Ergenlik döneminden önce, bireyin çocukluk çağında kurmuş olduğu etkileşimlerde, mükemmeliyetçilik davranışının gelişmesinde belirleyicidir. Mükemmelliyetçi davranış biçimine sahip bireylerin çocukluklarında, baskıcı ve otoriter bir tutuma sahip anne-baba modeli göze çarpmaktadır. Anne-babanın çocuğa yönelik kısıtlayıcı davranışları çocuğun zihninde ‘‘her zaman doğru davranmalısın, doğru olanı yapmalısın, hata yapamazsın.’’ şeklinde algılanır. Bu şekilde büyütülen çocukların mükemmel olma konusunda hassasiyeti yadsınamaz düzeydedir. Her zaman en doğru olanı yapmaları gerektiğine, hata yapamayacaklarına, hata yapsalar dahi asla kabul görmeyeceklerine, bir işi eksik yaptıklarında mutlaka suçlanacaklarına yönelik düşünceleri oldukça yaygındır. Bu düşünceler gerçeklikten uzaktır. İnsan doğası gereği kusurları olan bir varlıktır. Ancak anne-baba burada çocuğun kimlik oluşumunda tohumları eken kişiler oldukları için genellikle ergenlik döneminde de akranlara yönelik sosyal davranışlar mükemmellik ölçüsüne uygun sergilenir.
Kişi her zaman doğru olanı yapamayacağını ve kusurları olabileceğini bilse dahi içsel süreç bu şekilde işlemez. Kişi mükemmel olanı yapamadığında içten içe bir suçluluk duygusu ile boğuşur. Suçluluk duygusu ile baş edemeyen birey genellikle o işi veya davranışı yapmaktan tamamen vazgeçer. Burada genellikle gözlemlediğimiz hatalı düşünce biçimi ‘‘hep ya da hiç düşünmedir.’’ Bu bilişsel çarpıtma, kişisel özelliklerinizi siyah ya da beyaz olarak uç noktalarda görmenize neden olur. Örneğin, her zaman 100 alan bir öğrenci 90 aldığında işe yaramazın teki olduğunu düşünecektir. Hep ya da hiç düşünme mükemmelliyetçiliğin temelini oluşturur. Kişi, yanlış ya da hata yapmaktan korkar, yanlış veya hata yaptığında kendisini yetersiz, değersiz, başarısız ve beceriksiz hisseder. Olayları bu şekilde değerlendirmek gerçeklikten uzaktır. Çünkü hayat çok nadiren ‘‘öyle ya da böyle’’dir. Hiç kimse bütünüyle zeki veya aptal değildir. Bu evrende ‘‘mutlak’’ yoktur. Kişi eğer yaşantısını mutlaklık sınırlarına doğru zorlarsa kendini sürekli bunalımda hisseder çünkü algıları gerçeklik ile örtüşmez. Kendinizi sonsuza değin giderek artan bir tatminsizlik duygusuna hapsetmiş olursunuz çünkü yapmış olduğunuz hiçbir iş abartılmış beklentilerinizi karşılayamaz. Bu bilişsel çarpıtmaya sahip kişiler dünyayı sadece siyah ve beyaz olarak görürler, gri tonları yoktur.
(Çizer: Fahrican Kotel)