Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre depresyon, dünya genelinde oranları artmakta ve 264 milyondan fazla kişinin yaşamına etki etmekte olan bir duygu durum bozukluğudur. Depresyon, son yıllarda toplumda oldukça sık gözlemlenmektedir ve yalnızca depresyon tanısı alan bireyi değil bireyin çevresinde bulunan aile, arkadaş ve diğer kişileri de etkilemektedir bu etkinin sonucu olarak yalnızca depresyon tanısı alan kişi özelinde etkilerden değil depresyonun toplumu da ilgilendiren bir sorun haline geldiğinden söz edilmektedir.
Depresyonun yaşam boyu yaygınlığı farklı nedenlerden dolayı kadınlarda erkeklere kıyasla daha fazla görülmektedir. Depresyonun yaşam boyu yaygınlık oranı erkeklerde %5-12 iken, kadınlarda ise bu oran %10-25 olarak saptanmıştır.
Depresyon ortaya çıkışı noktasında biyolojik faktörler, ölüm durumları, aile ilişkileri, iş ilişkileri, alkol- madde kullanımı ve ekonomik özgürlük vb. faktörler etkili olmaktadır. Depresyonun ortaya çıkışı ile birey yaşamının farklı noktalarında birçok sınırlılık ile karşılaşmaktadır. Bireyin yaşam standardı, üretkenlik, işlevsellik gibi yaşam fonksiyonları depresyonun ortaya çıkışı ile son derece hasar görmekte ve sınırlanmaktadır.
Evlilik sonrasında eşlerin birbirine ve evlilik kurumunun getirmiş olduğu yeni yaşam koşullarına bağlı olarak sorumlulukları artmaktadır. Aile dinamiği ile beraber şekillenen bireyin yeni sorumluluklarına bağlı olarak eşler arasında uyum problemleri, evlilik içinde destekleyici ilişkinin olmaması ve eşlerin birbirlerine karşı duygularını göstermede negatif bir tutum içerisinde olmaları gibi faktörler ile birlikte depresyon daha da tetiklenmektedir. Evlilik sürecinde eşler arasında olan ilişkiler her ne kadar sağlıklı olsa da sürece gebelik olayının dahil olması ile beraber ortaya çıkan belirsizlik aile yapısını bilinmez bir durum ile karşı karşıya bırakmaktadır. Eşlerin gebelik haberini aldıkları andan itibaren uyum sürecini etkileyen faktörler; var olan ve var olabilecek belirsizlikler, sosyal ve ekonomik yetersizlikler, eşlerin gebeliğe ve gebeliğin beraberinde getirmiş olduğu fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişiklikler, deneyimsizlik, doğum hazırlığı, doğuma ve doğum sonrası sürece ilişkin hazır bulunuşlukları olarak sıralanabilir.
Lohusalık depresyonu annelerin doğum sonrasında hormonal ve fizyolojik olarak yaşamış oldukları değişikliklere adapte olma sürecinde yaşantılamış oldukları hüznün doğum sonrası süreci takip eden birkaç haftalık süreçte de azalmaması, artarak ve şiddetlenerek süren depresif semptomlar göstermesini kapsayan bir durumdur. Anne doğum yaptıktan sonra geçen bir-bir buçuk yıllık süre içerisinde başlayan bir duygu durum bozukluğunun sıklığı %5-20 arasında saptanırken postpartum depresyon görülme sıklığı ise %10 olarak saptanmıştır. Doğum sonrası dönemde normal döneme kıyasla depresif semptomlar görülme oranı kadınlarda 3 kat daha fazla olmakta ve hastanelere depresyon belirtileri ile müracaat etme oranında artış gözlenmektedir. Türkiye’de doğum sonrası depresyona yönelik gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında bu duygu durum bozukluğunun sıklığı %23 olarak saptanmıştır.
Kadınların, doğum yaptıktan sonra en çok karşılaştıkları durumların arasında yer alan doğum sonrası deprosyon sürecinde daha depresif olmalarının ve depresif bir moda girmelerinin sebebi, annenin hem kendi ihtiyaçlarına hem de bebeğin ihtiyaçlarına karşı yetersiz olduğunu hissetmesi ve hem kendisinin hem de bebeğin sağlıksal ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayamadığını düşünmesi, henüz böyle bir duruma hazır hissetmediğini gözlemlemesi ve kendine veya bebeğe yönelik zarar verici düşüncelerinin olmasıdır. Bu düşüncelere sahip olduğu dönem boyunca anne de aşırı kaygı, çaresizlik, kontrolsüz ağlama, yalnız kalma isteği, karamsarlık, uyku düzensizliği, dikkatsizlik, aktivitelere katılımda düşüş, yeme düzensizliği ve cinsel istekte azalma gibi genel depresyon ile uyuşan semptomlar görülmektedir.
Doğum sonrası depresyon tek başına annenin etkilendiği ve atlatabileceği bir durum değildir. Ailedeki baba faktörü için de oldukça zor bir durumdur. Annenin aileye ve bebeğe karşı olumsuz duygu ve davranışlar beslediği bu zaman diliminde babanın göstermiş olduğu tutumlar da annenin davranışlarında oldukça etkilidir. Babalar için de oldukça önemli olan doğum sonrası dönemde onların da depresif belirtiler gösterme olasılığından söz edilmektedir. İncelenen çalışmalar kapsamında babalarda doğum sonrası dönemin risk faktörleri içerisinde eğitim seviyesi, yaş, ekonomik özgürlük, işsizlik, ailedeki kişi sayısı, gebeliğe hazırlıklı olup-olmama, depresyon öyküsü olup-olmama, aile içindeki iletişim, aile içi yetkinlik ve yeterlilik duygusu ve bebeğin kaybı durumları yer almaktadır.
Yapılan çalışmalar doğrultusunda, anne ve babaların doğum sonrası depresyon yaşama risklerine yönelik faktörlerin benzer olduğu tespit edilmiş olup, evlilikten duyulan memnuniyetsizlik, huzursuz bebek ve erken doğum gibi faktörlerin daha belirleyici olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda babanın bebek ile olan psikolojik ve fiziksel teması bakım verme ve bebeğin gelişimi noktasında önemli görülmektedir. Bu açıdan babada olası depresif belirtilerin tespiti ve depresyon taramasının sağlanması, ebeveynlerin bu konuda bilinçlenmesi ve bilinçlendirilmesi ve doğum sürecinde olan ailelerin hem doğum öncesi hem de doğum sonrası dönemde sağlık çalışanları tarafından takip edilmesi oldukça kritik rol oynamaktadır.
(Çizer: Fahrican Kotel)