Bu tanımın temel mantığı ne sizce? Ben söyleyeyim. Bu tanımla, milletin, egemenliği bir “ailenin, bir grubun“ elinden aldığı ve kendisinin kullanmaya başladığı bir durum kastediliyor.
Tarih 29 Ekim 1923! Cumhuriyet ilan edildi. Tarih 29 Ekim 2020! Evet, bugün Cumhuriyetin 97. kuruluş yıl dönümü kutlanıyor. Binbir zorlukla, emekle kuruldu Türkiye Cumhuriyeti. Bunu hepimiz biliyoruz. Sahip çıkmaya çalışıyoruz ona gücümüz yettiğince. Yaşatmaya çalışıyoruz kendimizce. Bir şekilde ayakta tutmaya çalışıyoruz. Peki ama kutladığımız bu Cumhuriyet tam olarak nedir? Bunu biliyor muyuz? Gelin bir bakalım, neymiş “cumhuriyet“. Türk Dil Kurumu, “cumhuriyeti“ şu şekilde tanımlıyor: “Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi.“ Evet. Aslında hepimiz, bu tanımla neyin kastedildiğini biliyoruz ya da bildiğimizi düşünüyoruz. Ama yine de cumhuriyetin ne olduğunu öğrenmiş sayılmayız bu kısacık tanımla! İsterseniz gelin, bu kısa tanımla “kastedilmeyen, konuşulmayan“ şeyleri konuşalım bugün.
Bu tanımın temel mantığı ne sizce? Ben söyleyeyim. Bu tanımla, milletin, egemenliği bir “ailenin, bir grubun“ elinden aldığı ve kendisinin kullanmaya başladığı bir durum kastediliyor. Evet. “Yeni bir yönetim biçimi“! Diyoruz ki, halk belirli zamanlarda sandığa gidecek, ülkeyi yönetebileceğini düşündüğü kişilere oy verecek ya da halihazırda ülkeyi yönetemediğini düşündüğü kişileri de “yönetimden alma gücüne“ sahip olacak. Gördüğünüz gibi, bu tanıma baktığımız zaman, aslında milletin, yönetiminden hoşnut olmadığı kişileri yönetimden alabilecek güçte, yeterlilikte olduğu varsayılıyor. Peki ama, gerçekte burada bahsedilen “millet“ bunu yapabilecek güçte, yapabilecek yeterlilikte, yeterli aklî olgunluğa sahip bir “millet“ midir? Tanım olarak gerçekten çok güzel. Fikir olarak da çok güzel. “Milletin egemenliği“! Teoride her şey çok güzel. Ancak, sizin de bildiğiniz gibi, bu sistemin işleyebilmesi için, “milletin“ yeterli olgunluğa sahip olması gerekir. “Yeterli olgunluğa sahip“ derken neyi kastediyorum sizce? Yeterli olgunluğa sahip derken, sizin ne düşündüğünüzü bilmiyorum ama ben, kendi kararlarını verebilme gücüne, adalet ve vicdan anlayışına, olayları ve olayların sonuçlarını değerlendirebilme yeterliliğine, başkalarına itaat etmeyecek güce, sadece kendisini düşünmek yerine diğer insanların haklarına da saygı duyma güdüsüne sahip olan bir “milleti“ kastediyorum. Aslında, mesele kesinlikle benim anlattığım kadar basit değil. Çok daha fazlası var. Ama, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, biz içinde bulunduğumuz sistemi “oy verdik, milli irade tecelli etti“ şeklinde tanımlıyoruz. Oy verince, en fazla oyu alan parti yönetime gelince, en çok oyu alan partinin arkasından gelen partiler “muhalefet partileri“ olarak kabul edilince her şey sona erecek! Hayır, aslında her şey yeni başlamış olacak böyle olunca!
Yukarıda anlattıklarıma bir dönüp bakın isterseniz. Ne anlatılıyor orada? Sürekli olarak devlet, hükümet, milli irade, seçim, oy, demokrasi gibi şeylere gönderme yapılıyor. Olaylar sürekli olarak “devlet meselesi, devletin bizi nasıl yöneteceği, bizim kendimizi yönetecek kişileri nasıl seçeceğimiz“ konuları etrafında dönüyor. Peki, hiç dönüp soruyor muyuz kendimize “kendimizi nasıl yönettiğimizi, yönetebileceğimizi“? Kendimizi? Evet, kendimizi. Bizzat kendimizi. Birilerinden yardım beklemeden, muhtaç olmadan, sandığa gitmeye gerek duymadan, kendi aklımıza güvenerek! Hayır, hayır! “Devletleri yıkalım, herkes kafasına eseni yapsın“ demiyorum! Başka bir şeyden bahsediyorum ben. Kendimizden kastım “bir kişi olan kendimiz“! Bir kişi! Bir bedene, cinsiyete, akla sahip olan “bir kişi olan“ kendimizden bahsediyorum! Bir gruptan bahsetmiyorum. Acaba sürekli olarak “yönetilme“ meselelerini konuşmamızın sebebi, “kendimizi yönetmeyi bilmiyor oluşumuz“ olabilir mi? “Hep yönetilmek istiyor oluşumuz“ olabilir mi? “Yönetme“ meselesini sürekli olarak “siyaset, devlet“ bağlamında konuştuğumuz için bir şeyleri yanlış anlıyor olabilir miyiz? Yönetmek derken, ne yapacağımızı, nasıl düşüneceğimizi, nasıl yaşayacağımızı yönetmekten bahsediyorum. Sakın, “kendisini yönetmeyi bilmeyen bir sürü insan“ kendisini yönetmesi için birilerini “seçmeye çalışıyor“ olmasın! Burada eleştirim cumhuriyete değil! Dediğim gibi, fikir olarak çok güzel bir sistem. Ama bizim bu sisteme bakışımızda büyük sıkıntılar mevcut. Şimdi diyeceksiniz ki “Cumhuriyet Bayramı olan bir günde neler saçmalıyorsun?“ Evet, diyebilirsiniz. Çok da memnun olurum bundan. Asıl yapmak istediğim de bu soruyu sordurmak: “Neyi kutladığımızı biliyor muyuz?“ Evet, amacım bu soruyu kendinize ve başkalarına sormanızı sağlamak!
“Halkın egemenliği!“ Ne kadar çok duyuyoruz değil mi bu sözü? Peki ama herkes “halk“ kavramından aynı şeyi mi anlıyor? “Kendisi gibi düşünenleri“ halk olarak kabul ederken, “kendisinden farklı düşünenleri“ halk olarak kabul etmeyen insanlar yok mu? Benim halktan anladığım, “dili, dini, cinsiyeti, yaşı, mezhebi, görüşü“ ne olursa olsun bir arada yaşayan insanlar topluluğu. Mesele, birbirinden oldukça farklı olan bu kadar fazla sayıda insanın birbirleriyle barış içinde, adil bir şekilde yaşamasını sağlama meselesidir. Peki ama neden bunu devletin yapmasını bekliyoruz hep? Kendi kendimizi yetiştirsek; adil, bilgili, akıllı, özgür ruhlu, ayrımcılık yapmayan, başkalarına güvenmek yerine kendine güvenen insanlar olmaya çalışsak o zaman “Cumhuriyeti“ kutlamayı gerçekten hak etmez miyiz? Ne demiştik? “Bir ailenin, bir grubun elinden alınarak halkın kendisine verilen yönetme hakkı“ dememiş miydik? Peki, size bir sorum olacak? Devlet mi halk içindir, halk mı devlet içindir? Tanıma baktığımızda “devletin halk için olduğunu“ görüyoruz! Gerçekte böyle olduğunu düşünüyor muyuz? İnsanlarımız kendilerini düzgün bir şekilde yetiştiremediğini sürece, birileri gelip “halk devlet içindir“ demez mi? Şimdi “Eğitimi de devlet vermiyor mu zaten?“ diyenler çıkabilir. Çıksın. Tam da bu sorunun sorulması gerekiyor. Eğitimi devlet veriyor, doğru ama sadece devlet vermiyor. Aileler, arkadaşlar, akrabalar, iş yerleri, kısacası “yaşadığımız, tanık olduğumuz her şey“ bize eğitim veriyor. “Gelin, oturun. Zil çaldı. Açın defterleri ve söylediklerimi yazın“ diyerek vermiyor elbette. Yaşayarak, yaşatarak alıyoruz eğitimimizi. O kadar çok benzer şey yaşıyoruz ki, sonunda “bu yaşadıklarımızın dışında başka şeyler olamaz, hiçbir şey değişmez, böyle gelmiş böyle gider“ şeklinde düşünmeye başlıyoruz. Hayır, yaşadıklarımız “kader değil“! Bizim amacımız “olabildiğince az yönetilmek“ olmalı bence! Sadece “devletin az yönetmesi“ değil; aynı zamanda diğer insanlar tarafından da az yönetilmek. Her söylenene inanmamaktan, tembel olmamaktan, ayrımcı olmamaktan, bağnaz olmamaktan, aklımızı kullanmaktan bahsediyorum! Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu “Mustafa Kemal Atatürk“ de aynı şeyleri söylemiyor muydu? Ne diyordu Atatürk: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.“, “En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.“, “Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmen ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz; yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.“, “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.“ , yine öğretmenlere seslenirken “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.“ Görüyorsunuz ya, Atatürk de aynı şeyleri söylüyor. Ben de diyorum ki cumhuriyet nasıl bir ailenin, bir grubun elinden gücü alıp halka verdiğini söylüyorsa, biz de “kendimizi yönetme gücünü“ elimize alalım. “Cumhuriyeti ‘yeniden’ ilan edelim!“ Kendi “cumhuriyetimizi!“ Bunun için devleti yıkmaya gerek yok! Devleti de insanlar idare etmiyor mu neticede? Kendimizi doğru bir şekilde yetiştirirsek, hem “devlet halk için“ hem de “halk devlet için“ olur! Binbir zorlukla, milyonlarca insanın emeğiyle, kanla, gözyaşıyla kurulan bu “Cumhuriyeti“ yaşatmak herkesin görevi ve isteği olur o zaman!
Evet, Medya Lokum ailesi olarak biz de geçen sene, yani “29 Ekim 2019“da yola çıkmıştık. Türlü zorluklar yaşadık, çok emek verdik ve bütün bunların sonucunda da bu güne geldik. Tıpkı “Türkiye Cumhuriyeti“ gibi. Cumhuriyetin 97. yılını kutladığımız bu günde, Medya Lokum ailesi olarak biz de 1.yılımızı kutluyoruz. Nice yıllara Medya Lokum! Nice yıllara Cumhuriyet! Nice yıllara Atatürk!