Yaş almak, yaşını başını almak, sonra da başını alıp gitmek.
Kaç yaşında yaşını başını alıyor insanlar?
Önce diyoruz ki 18, 25'ten sonrası derken, 30'u görünce… Arkaya dönüp bakınca bir çok kişi 30'a kadar hep aynı şey için çabalamış oluyor. Eğitim, sonra da iş. Yani hayat standartlarının sınırı genellikle bu yaşlarda belirleniyor. Tabii 30'a gelmiş 20 yıllık çalışma hayatı olan emekçiler de var. Ben genel bir görüşten bahsediyorum.
E sonra toplum seni 30 yaşında biri olarak birden birey ilan ediyor. 30'u gören 35'in nasıl geldiğini anlamıyor zaten. Sonra o toplum ‘hadi, sen de yolu yarıladın’ diye omzunu seviyor.
Ne yarısı… Yaşamak için yeni başlıyor insan. Standartları belirlenmiş, iyi kötü işi belli olmuş. Bekarsa acilen evlenmesi, evliyse de hemen çocuk yapması gereken bir yaşa gelmiş… Sen gelmişsin ‘yarısı bitti’ diyorsun.
Yok ya!
Ne oluyorsa 35'ten sonra oluyor. Hiç arkasına bakmamış birisi 35'inde bakmaya başlıyor, değerlendiriyor, ölçeklendiriyor. Ama o 35'e kadar yaşadıkları var ya işte… İnsanı insan yapan o yıllar oluyor. Ne yaşadınız ya da ne kadarını yaşadınız. Size laik görülen kişilik ve sizin asıl kimliğiniz neyse. Yaşadığınız şehir, etrafınızdaki insanların sosyo kültürel durumu ve ne bizim onları ne de onların bizi seçebildiği, seçme şansı verilse yine de birbirimizi seçeceğimiz ailemiz. Belki de ‘yolun yarısı’ diye bundan demiş şair.
Sonra gelelim 40'a… Yaşıtlarınızın çiğliklerine tahammül edemediğiniz, hatta sevmediğimiz hiçbir şeye tahammül edemediğimiz, sevdiği yemek, dostu düşmanı, stili belli olan, battıysa batmış, çıktıysa çıkmış, zamansız yediyse tansiyonu, fazlaca yediyse de şekeri yükselmeye başlamış olgun bir kişi oluveriyorsunuz. Bunların hepsi 35 yaş ile 40 yaş arasında olmuyor tabi. Ama o 5 yıllık sürenin dinginliği var ya… O da az değil yani. Daha çok düşünmek, konuşmayı azaltmak, kendi hayatınız için değil çocuğunuzun hayatı için kaygılanmak, korkularınızın hafızadaki yerini kurcalamak, sizi siz yapan şeyleri sıralayabilmek.
Kendimize ‘büyüdük artık’ dediğimiz yaşlar galiba 40'lar. Çocukken içimizdeki çocuğu büyütüp, büyüyünce de içimizdeki çocuk yaşasın diye niye debelenmişiz bilemedim. Bence çocukken çocuk, büyüdüğünde ise büyük olmak lazım ki yaşayamadığımız şeyleri yaşatmaya, sahip olamadıklarımız için de sahiplendirme zorbalığına girmeyelim.
Ama bizi hep çocuk olarak yaşatan ailelerimiz var. Anne ve babalarımız ya da herhangi biri hayatta olduğu sürece onların çocukları oluyoruz. Ne zaman ki, insan annesini ve babasını kaybediyor… İşte o zaman kimsenin çocuğu olmuyor. Bu ne kadar geç, o kadar iyi. Çünkü o zaman bütün bu konuştuklarımızın hiçbir önemi kalmıyor. Bir bakmışsınız 18 yaşında büyümüş ya da büyümek zorunda kalmışsınız.
Bizler ailelerimizin hayal ettiği evlatlar mıydık ya da çocuklarımızın hayalinde olan anne babalar mıyız bilmiyorum ama bugün 40'ına girmiş, toplumun yaş kriterine göre yaşını başını almış bir birey olarak yazıyorum.
40 yaşını şuna benzettim…
Önünüzde bir yaya geçidi var. Önceleri çizgilerin önüne geldiğinizde geçiş hakkı sizde olmasına rağmen arabalar dursun diye beklerken, 40'lı yaşlarda yaya geçidine gelip, geçiş hakkı sizde olduğu için hiç beklemeden karşıya geçiveriyorsunuz.
E iyi de ya araba durmazsa, duramazsa...
Ben olmam gerektiği yerdeyim. Yapmam gerektiği şeyi yapıyorum.
Neden araba sürücüsüne sormuyorsunuz?