Yaşadığınız olumsuzluklardan bir çırpıda kurtulmak ve bu olumsuzlukların gelecek için bir deneyim olmasını sağlamak, zihninizi ve bağışıklık sisteminizi güçlendirmek, stresle başa çıkmak, hem duygularınızı daha iyi anlamak, düzeltmek ve düzenlemek, bunun yanı sıra iletişimde bulunduğunuz herkes ile daha sağlıklı ilişkiler kurabilmek için bu antidepresanı her gün düzenli bir şekilde kullanmanız gerekiyor.

Yazmak.

Evet yanlış okumadınız, yazmak en güçlü antidepresan.

Yazmak, sizin olumsuz deneyimleri yönetmenizi ve bunlardan öğrenmenize yardımcı olarak zihinlerinizin yanı sıra bağışıklık sistemlerinizi de güçlendirir.

Özellikle geçen hafta yaşadığımız ve bizi derinden sarsan deprem felaketini de düşündüğümüzde, bizi kendimize getirecek en doğru hareket içimizden ne geçiyorsa kâğıda geçirmektir.

“İçinizde anlatılamamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir sıkıntı yoktur” diye yazmış, Maya Angeolu. Yaşadığımız bu büyük trajediyi içimizde tutmamalı ve nasıl hissediyorsak kendimizi sınırlamadan yazmalıyız.

Friedrich Nietzsche; “İyi bir yazar sadece kendi ruhunu değil, arkadaşlarının ruhlarını da ele geçirir” demiştir.

Burada tabi oturup çok ünlü romancılar gibi edebi eserler vermenizi kastetmiyorum. Diyorum ki ruhunuzu bulunduğu ıstıraplı yerden çıkarabilmek adına içinizden geldiği gibi yazın, dil bilgisiymiş, imla kuralıymış düşünmeyin. Kimse size not vermeyecek. Amacımız içimizdekileri boşaltarak temizleyebilmek. Yazana kadar ne düşündüğümüzü bile bilmiyor olabiliriz.

“Yazacak hiçbir şey yoktur. Sadece bir daktilonun başına oturur ve kanarsın” diye yazmış, Ernest Hemingway . Bazen yaraları kanatmak lazım, onlardan kurtulmak için…

Yazmak için okumak, okuduklarını da dert etmek lazım! Toplumun daha iyi bir yere gelmesini isteyen, ‘her zaman daha iyi bir yolu vardır’ diyenlerin çözüm arayışıdır yazmak. Yazmak bir soru ya da sorunla başlar. Güzel bir soru da güzel bir akıldan çıkar. Bunu yapabilmek için de her fırsatta okumak gerekir.

Duyarlılıkla başlar her yazı. Kendine, yaşadığın toplumun sorunlarına duyarlılık ile... Duyarlı olduğumuz sorun ile ilgili sorular sorup araştırma yaparız ve bu süreç bizi değiştirir, yeni bir bakış açısı kazanırız ve bu bakış açısı ile topluma katkı sağlamak için yazarız. Fakat yazılarımız bir derde deva olmalı. Bu dert sadece bizim derdimiz değil, toplumun bir derdi olmalı.

James Pennebaker, Austin Texas Üniversitesi Sosyal Psikoloğu olarak 2000’den fazla araştırma yapmış. Ulaştığı sonuç ise ‘Duygusal Yazma’nın insanın fiziksel ve duygusal sağlığını iyileştirdiği yönünde. Üç veya dört gün, on beş dakika kendi kişisel hayatları hakkında yazan kişiler daha az hastalanıyor ve onlara sorulduğunda daha iyi hissettikleri belirtiyorlar. 2019 yılında yapılan başka bir araştırmaya göre altı hafta düzenli olarak yazan kişilerin, dayanıklılıkları, stres ile başa çıkma becerileri artmış.

Her türlü konuda ve duygu durumunda yazmalıyız. Olumsuz bile olsa hissettiklerimiz kâğıda dökmeliyiz. Böylece yaşamış olduğumuz travmanın beynimize verdiği hasarı azaltırız, onu bir nevi boşaltarak yaparız bunu. Beynimizdeki durumu daha düzenli bir hale getirir bu. Bu da beynimizi iyileştirir.

Bir araştırmaya göre pandemi başladığından beri yetişkinler arasında depresyon oranı 3 kat artmış. Şimdi yakın tarihte yaşadığımız depremi düşünürsek, ki bizzat depremi yaşayanları için içine katmadığımızda bile bu oranın nerelere geldiği aşikâr.

Yaşadığımız travma sonrası durgunluk, kültürel ve ekonomik eşitsizlikler nedeni ile bu travma hakkında konuşmamak, bu duygu durum değişikliğinden bahsetmemek, stres ve kaygımızı içinden çıkılamayacak boyutlara getirebilir. Yazmak, yazarak anlatmak ise bu stres seviyesini önemli ölçüde düşürür.

Konuşarak ifade edilemeyen şeyler, yazmak suretiyle kolaylıkla dile getirilir. Konuşmak karşıdakinin tepkileri ile şekillenir ve konuşulan kişinin idrak seviyesine göre farklılaşır. O yüzden yaşadıklarımızı yazmak kendimiz için daha iyileştirici bir faaliyettir. Tabi ki sizi olduğunuz gibi kabul eden, hatalarınız ve zayıflıklarınızla sizi seven kişilerle konuşmak da uygundur. Ama böyle kişiler azdır ve hayat telaşı içinde her zaman yanınızda sizi can kulağı ile dinleyecek durumda olamayabilirler.

İyileşmek için, sağlığımız için her gün en az bir paragraf bile olsa, hatta bir kelime bile olsa yazmalıyız. Hatta bir araştırmaya göre dört hafta iş ile ilgili olumlu ya da olumsuz yaşadıklarını yazan çalışanların iş refahlarında ve iş tahminlerinde artış gözlenmiştir.

Konu bağımsız bir yazı, günlük, anı, şiir hatta salt fikir ve düşünce kırıntıları şeklinde bile olsa yazmak bizi iyileştirir. Ama ne yazdığınızdan çok nasıl yazdığınız önemlidir; somut, özgün, size ait ve net olmalı yazdıklarınız.

Mevlâna, “Yara, ışığın size girdiği yerdir” diyerek, savunmasızlığımızı kucaklamamızı, bu şekilde kontrolümüz dışında meydana gelen olayların kurbanı olmaktan çıkarak kahramanı olmamızı istemiştir.

“Ben acil bir soruna, bir iç gerekliliğe cevap vermek için yazarım” diye not düşmüş Jorge Luis Borges. “Bir ağırlıktan kurtulma arzusu” ile yazdığını söylemiş Necip Mahfuz ve eklemiş; “Bugün artık yaşamak ile yazmak arasında bir ayrım yapamıyorum.”

Yaşamak için yazmalıyız, içimizdeki ağırlıklardan kurtulmak için yazmalıyız.

Peki nasıl yazmalıyız, nereye, kalemle bir kâğıda mı, deftere mi? Yoksa telefonumuzdaki bir uygulamaya mı?

Ne zaman ve ne kadar yazmalıyız?

Birinci tekil şahıs mı? Geçmiş zaman mı? Kendinle bir diyalog şeklinde mi?

Hadi başlayalım;

Hemen bir kalem ve kâğıt bulun ya da açın akıllı telefonunuzdan bir not tutma uygulamasını, ya da kendinize bir whatsapp mesajı oluşturun. Her gün kendinize bir mesaj yazıp, atın. Dilbilgisi veya imla kurallarını unutun ve yazın. Serbest olarak yazın, bir akışta tutarak kendinizi.

İşte size bir örnek. Pandemi sırasında yazmıştım bunu:

Herkes evlerden çalışacak diye bir emir geldi, kim bilebilirdi ki yüz yüze yaptığımız son toplantıyı yapıyor olduğumuzu. Kimse neler olacağını bilmiyordu. Herkes bir bilinmeze doğru yuvarlanıyordu. Kimler bunu virüsü kapacak, kimler kurtulacak ya da ölecek; hiçbir fikrimiz yoktu. Sanki birisi bizimle oyun oynuyordu. Hepimiz birbirimize veda ettik, belki son kez el sıkışarak! Bulaşabilme bilinci hala yoktu kimsede. Bu virüs hayatımızı baştan sona parçalayacak ve yeniden yapılandıracaktı oysa. Hayatlarımızın ne kadar kırılgan olduğunu bir kere daha anlamıştık. Bu bir son olacak mıydı? Tekrar bu kırılganlığı unutmak için bir şansımız daha olacak mıydı? Kimse bilmiyordu?

Aklınıza ne geliyorsa yazın, bu bir nesne olabilir, bir kişi olabilir, bir olay olabilir. Ya da hiçbir şey bile olabilir.

Mesela şu an bu yazıyı yazarken bir anlığına akışa bırakırsam kendimi neler oluyor görelim:

Masamdayım, arkada çalan müzik… Daha önce dinledim mi bilmiyorum. Biraz soğuk burası, parmaklarım klavyede hareket ettiği halde buz gibi olmuş. Kurutulmuş birkaç yaprak ve tütsü kokusu, yazının bir kokusu var mı? Belki de okuyan için vardır. Her okuyan başka bir koku alır. Düşüncenin kokusu olur mu? Kokular düşünceyi değiştir mi? Bir koku sizi hangi hızla eski bir anıya götürür. Belki de zamanda yolculuk budur!

Şimdi yapın, ertelemeyin!

Ne istiyorsanız, nasıl istiyorsanız! Şimdi yapın. Bu, son şansınız olabilir!

Dünya değiştikçe biz mi değişiyoruz, biz değiştiğimiz için mi dünya bize farklı görünür. Ne önemli, ne önemli değil? Yazarken ve yaşarken sormanız gereken soru bu aslında. Bir kitap ya da bir yazı okuduğunuzda ya da başınıza bir olay geldiğinde, bundan sonraki siz nasıl değişti? Bu olaydan önceki siz ve şimdiki siz arasındaki fark ne? Bilmediğiniz ve vardı, başınıza gelen şeyden sonra artık bildiğiniz şey ne? Bu bilince nasıl ulaştım? Adım adım bunları düşünün ve yazın.

Mesela deprem size ne öğretti? Yazın bunu.

Mesela bende çok şeyi değiştirdi. Hepsini buraya yazamam ama küçük bir örnek verebilirim;

Bir kitap arıyordum, okuduğumda bütün hayatımı değiştirecek olan bir kitap. O yüzden hiç doymak bilmeyen bir iştah ile kitap satın alıp, hepsini okuyordum. Acaba bu kitap, o aradığım kitap mı diye! Deprem oldu, o deprem sırasında ben de Adıyaman’da olabilirdim, ki Adıyaman’a gittiğimde her zaman kaldığım otel, içindeki 120 kişiye mezar oldu. Artık tüm hayatım boyunca aradığım o kitabı aramayı bıraktım. Biliyorum ki; şimdiye kadar okuduğum kitaplardan kalan birkaç cümle ve düşünce kırıntıları ile yürürken, sohbet ederken, yemek yerken, uyurken, kısacası yaşam denilen o ortalama 75 senelik zaman diliminde eylerken, o kitabı ben zaten kendim yazıyorum.

Şimdi sıra sizde.

Her gün antidepresanınızı almayı unutmayın.

Mutlu, sağlıklı ve varlıklı bir hayat yaşayın…