Hayata Bakışımız - 4
Hayatımız belli amaçlar peşinde koşmakla geçiyor. Bu amaçlarımıza ulaşmak için bazen fazla emek harcamamız gerekmiyor. Bazen oldukça fazla emek harcamamız gerekiyor. Bazen de hiç emek harcamadan bazı amaçlarımıza ulaşabiliyoruz. Ne kadar emek verirsek verelim amaçlarımıza ulaşamadığımız zamanlar da oluyor elbette.
Amaçlarımız, bu amaçlara ulaşmak istememizin nedenleri, amaçlarımıza ulaşmak için kullandığımız yöntemler, amaçlarımıza ulaşmaya çalışırken yardım istediğimiz insanlar, amaçlarımıza ulaşmak için harcadığımız emek ve kaynaklar değişmesine rağmen, değişmeyen bir şey kalıyor hep: “Buraya kadar geldik“ anlayışı. Bu cümleyi günlük hayatımızda her ne için kullanırsak kullanalım, burada ‘içinde bulunduğumuz durumu sorgulama hali’ olduğu kesindir. Amaca ulaşmak için bir şeyler yapılmış ve durup düşünülmeye başlanmıştır. Bir şüphe vardır burada. ‘Buraya kadar geldik; ama gelmese miydik’ ya da ’buraya kadar geldik ama yanlış mı geldik’ şeklinde bir düşünce, bir şüphe var. Bir şeylerin yanlış gittiği kesin. Ulaşmak istediğimiz amaçlara ulaşmayı gerçekten istemediğimizi fark etmiş olabiliriz. Bu amaçlara ulaşma düşüncesi bizi cezbetmesine rağmen, amacımıza ulaşmaya yaklaştığımızda korkmuş olabiliriz. Amacımıza ulaşmaya çalışırken kullandığımız yöntemler ya da yardım istediğimiz insanlar konusunda şüpheye düşmüş olabiliriz. Sebep her ne olursa olsun, burada bir şüphe, bir sorgulama vardır. ‘Buraya kadar gelmiş olma hali’ bizi ‘bundan sonra da devam etmeye’ zorlar. “Buraya kadar geldik, o kadar emek verdik; bu yüzden devam etmeliyiz“ hissi dolanır içimizde. Bu hissin, hayatımızın her alanına sirayet ettiğini düşünsenize! Mesela, bir müzik aletini kullanabilmek için beş yıldır eğitim alıyoruz; ancak yine de bu aleti düzgün bir şekilde kullanmayı başaramıyoruz, ama eğitim almaya da devam etmek istiyoruz. Çünkü o kadar emek verdik, emeklerimizin boşuna gitmemesi gerek değil mi? Bir kitap okumaya başlıyoruz. Epey ilerledikten sonra, kitabın bize hitap etmediği kanaatine varıyoruz; ama yine de okumaya devam ediyoruz, ne de olsa o kadar okuduk değil mi? Bir kadın ya da erkeği bizimle sevgili olması için ikna etmeye çalışıyoruz. Uzun bir süre çabaladıktan sonra, amacımıza ulaşamayacağımızı anlıyoruz; ama yine de çabalamaya devam ediyoruz, o kadar uğraştık ne de olsa değil mi? Belki de en sonunda bu kişiyi ilişkiye ikna ediyoruz ve onunla evleniyoruz; ama evliliğimiz düzgün gitmiyor, ama yine de evliliği sürdürmek için bahaneler üretmeye başlıyoruz. Harcanan o kadar emek, zaman ve para boşuna gitmiş olamaz değil mi? Uzun yıllardır dostluğumuzun devam ettiği bir arkadaşımız var diyelim. Bir gün büyük bir sorun yaşamamıza rağmen, onca yıllık dostluğumuzun ‘hatırına’ büyük de olsa bazı sorunları görmezden geliyoruz. Ne de olsa ‘o kadar yıllık dostumuz’ değil mi? Uzun zaman boyunca okula gidiyoruz. Ancak okuduğumuz bölümün bize uygun olmadığını anlıyoruz; ama yine de devam etmeye karar veriyoruz. O kadar zaman boşuna okumuş olamayız; hem sonra etrafımızdaki insanlara, anne ve babamıza ne deriz değil mi? Aslında bütün bu saydığım şeylerin mantıklı olup olmadığını başka bir örneğe göz atarak anlayabiliriz. Diyelim ki arabamızla yola çıktık. Ancak yolda ilerlerken bir süre sonra yanlış yola saptığımızı fark ediyoruz. İleride de gitmek istediğimiz yere bizi götürecek başka hiçbir yol yok; ama yine de yolumuza devam ediyoruz. İşte yukarıda saydığım şeyleri yaparken kullandığımız mantık aslında tam da bu mantık. Bir şeylerin yanlış olduğunu fark ediyoruz; ama ya fark etmemiş gibi yapıyoruz ya da fark etsek de o şeyi yapmaya devam ediyoruz. Aslında buradaki mesele, bu kadar da basit mantıkla düşünülecek bir mesele değil. Kabul ediyorum. Bazen gerçekten de devam etmekten başka çaremiz olmadığı için devam edebiliriz bir şeyleri yapmaya. Ama asıl mesele, içinde bulunduğumuz durumdan nasıl çıkacağımızı bilmemize, bir şeyleri düzeltmek için fırsatımız, zamanımız ve gereken diğer şeyler olmasına rağmen “isteğimizin“ olmamasıdır. “Buraya kadar geldik“ anlayışına “körü körüne“ bağlanmakta ısrar etmektir asıl mesele! Elbette mesele bu kadar basit değil. Belki farkındayız, belki değiliz; ama bu düşünce yapısı hayatımızın neredeyse her alanında kullandığımız bir düşünce yapısı. Mesela işverenler. Onlar da bazen çok emek vererek, bazen de “emek vermelerine gerek kalmadan“ bir iş yerine sahip oluyorlar. Bu iş yerini kaybetmemek için de türlü manevralar yapıyorlar. Elbette hepsi değil. Onlar da “buraya kadar geldik; madem geldik, o zaman devam etmek için her şeyi yaparız“ diyorlar. İşlerini düzgün yapmıyorlar, işçilerini eziyorlar, işçilerin maaşlarını aksatıyorlar ya da hiç vermiyorlar... Hayatın diğer alanlarında da durum aynı. Mesela politikacılar. Onlar da belli bir mevkiye sahip olduktan sonra bu şekilde davranıyorlar. “Yolun sonunu göremeseler“ bile “buraya kadar geldik, dönemeyiz“ mantığıyla hareket ediyorlar. Meseleye nereden bakarsak bakalım, ortada bir “kabullenememe, hazmedememe, görmezden gelme, bahane üretme“ hali var.
Hatırlarsanız “Sonuca odaklanmak“ başlıklı bir yazı yazmıştım üç hafta önce. Orada temel mesele, sonuca ulaşmak için süreci görmezden gelme, sonuca ulaşamayınca süreci boşa gitmiş sayma ve sonuca ulaşmak için her şeyi mübah olarak görmeydi. “Buraya kadar geldik“ mantığında temel mesele, sonuca ulaşamayacağımızı anlasak bile sürece fazla önem verdiğimiz için “sonucu görmezden gelme“, “süreci kurtarmak için“ her şeyi mübah saymadır. “Eee, ne yapacağız o zaman“ diye düşünüyorsanız, bu sorunun cevabını bulmanın sizin elinizde olduğunu söylerim. Benim cevabım: “bir şeyi sırf inat uğruna, yaşanmışıklar uğruna, o kadar yaptık; yaptıklarımız boşa gitmesin anlayışıyla körü körüne yapmaya devam etmenin“ aslına çok da mantıklı olmadığıdır. Körü körünelikten kurtulmanın en garanti yolu “kendi cevaplarımızı kendi zihnimizle“ bulmaya çalışmaktır.