Peki, nedir bu rahatsızlıklar? Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Sedit Kıvanç Muratlı ile konuştuk.
Cep telefonlarının insan sağlığı üzerine olan olumsuz etkileri konusunda ilk akla gelen ve günümüze kadar en çok konuşulan konu; telefonların yaydığı non-iyonize elektromanyetik radyasyondan kaynaklanan etkilerdir. Bu konuda tam bir görüş birliği oluşmamakla birlikte, Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına göre, Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumunun RF radyasyon alanlarını insanlar için olası kanser yapıcı (Grup 2B) kategorisine aldığını biliyoruz. Bunun dışında, yapılan çalışmalar göstermektedir ki bu cihazların uzun süreli kullanımı beyin aktivitesinde değişiklikler, reaksiyon süresinde uzama, uyku problemleri, baş ağrısı, hafıza problemleri, konsantrasyon güçlüğü gibi daha minör problemlere de yol açmaktadır.
“Çok Erken Yaşlarda Boyun Fıtığı Tanısı Konmaya Başladı”
Ortopedik açıdan baktığımızda ise, teknolojik cihazların uzun süreler kullanımının en büyük etkilerini omurga üzerinde, en çok da boyun omurgası bölgesinde görmekteyiz. Günümüzden 15-20 yıl öncesinde, henüz cep telefonları “akıllı” değilken, 20’li yaşlarında bir hastaya “boyun fıtığı” tanısı koyarken yaşının çok genç olduğunu düşünürdük. Günümüzde ne yazık ki 15-16 yaşındaki çocuklara tanı koymaya başladık.
“Durağan Çalışmak Boyun Fıtığını Tetikliyor”
Uzun süreli durağan çalışma sıklıkla masa başı işi yapanlarda, bilgisayarda çalışanlarda özellikle çalışma ortamının ergonomik kurallara uygun düzenlenmemesi nedeniyle çeşitli problemlere yol açmaktadır. Örneğin masada bir bilgisayarın önünde saatlerce çalışan bir kişide başın uygun olmayan bir açıda olması ve boyun omurgasının durağan çalışma nedeniyle zorlanması ile boyun omurları arasında yastık görevi gören “disk” dediğimiz yapıların sıvı içeriğinde azalma olması, sonrasında da bunun vücudun kendi salgıladığı bazı yangısal reaksiyonlarla ilgili maddelerin tetiklenmesi ve sonuçta da “dejeneratif disk hastalığı” dediğimiz patolojiye doğru ilerlemesine neden olabilmektedir. Bunun sonucunda da dejenere olan disk yapısında halk arasındaki tabiriyle “boyun fıtığı” olarak bilinen, disk yapısının omurilik kanalına ve/veya sinir köklerinin çıktığı kanallara doğru fıtıklaşması ve omuriliğin veya sinir köklerinin mekanik olarak bası altında kalması durumu oluşabilir. Aynı mekanizmalar bel ve sırt bölgesi omurgası için de geçerlidir. Bu nedenle biz işi gereği bu ortamda çalışmak zorunda olan kişilere genellikle çalışma ortamını ergonomik kurallara uygun düzenlemelerini ve belirli aralıklarla, örneğin birer saat aralıklarla, yerinden kalkıp biraz hareket etmesini ve ofis ortamında bile kolayca yapılabilecek bazı basit egzersiz programlarını önermekteyiz. Boyun omurgasındaki problemler sadece boyun bölgesinde ağrıya neden olmayabilir. Ağrı omuzlara, sırt bölgesine, bazen göğüs bölgesine, kollara, hatta el parmaklarının ucuna kadar yayılabilir. Bunun dışında sinir kökü sıkışmasına bağlı olarak bu bölgelerde “kozalji” dediğimiz yanma, iğnelenme gibi bulgular, uyuşukluk gibi bulgular da olabilir. Daha ileri olgularda ise duyu kaybı, kas gücü kaybı ve reflekslerde kayıp gibi durumlar da oluşabilir. Yani bütün olarak kol ve el fonksiyonları da etkilenebilir.
Omurga problemleri dışında sık gördüğümüz problemler ise genellikle tekrar eden zorlanmalarla ilgili olarak omuz, dirsek, el bileği ve el düzeyinde bağ ve tendon (kas kirişi) problemleridir. Tekrar eden zorlanmalar, bir çeşit aşırı kullanma zedelenmesi mekanizması ile bu yumuşak doku oluşumları ve çevre dokularında yangısal reaksiyona neden olarak “tendinit” ve “sinovit” gibi problemlere neden olabilmektedir. Yine benzer şekilde bazı bölgelerde sinir sıkışması gibi durumlar olabilmektedir. Örneğin, bilgisayarda uzun süre çalışan kişilerde el bileği bölgesinde “median sinir” dediğimiz bir sinirin sıkışması ile oluşan “karpal tünel sendromu” nispeten sık görülen bir durumdur. Bahsettiğimiz bu yumuşak doku problemleri ve sinir sıkışmaları gibi hastalıklar genellikle öncelikle cerrahi dışı yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılır. Ancak patolojiye asıl neden olan zorlayıcı mekanizmanın ortadan kaldırılmaması durumunda bu hastalıklar genellikle tekrar etme ve kronikleşme eğiliminde olup sonuçta ne yazık ki cerrahi tedaviye kadar gidebilmektedir.
Hareketsizliğin fiziksel rahatsızlıkları artırdığını biliyoruz, bununla ilgili nasıl önlemler almalıyız? Evde egzersiz çalışmaları için ne düşünüyorsunuz?
İnsan vücudu hareketsiz kalmaya yönelik bir tasarıma sahip değildir. Ortopedi ve Travmatoloji biliminin temel amacı da insanın normal fizyolojik hareketini sağlayabilmektir. Bu sebeple bizler önemli ameliyatların ardından bile hastaya direkt yatak egzersizleri ve yürüyüş öneriyoruz.
Karantina döneminde evde kalma ve buna bağlı oluşan hareketsizlik de bazı rahatsız edici problemlere neden olabilir. Bu şekilde hareketsiz kalma, kas gücünde azalmaya yol açacaktır. Buna ek olarak hareketsiz olduğumuz dönemde fazla enerji harcamadığımız için vücut ağırlığında istenmeyen bir artış olabilir. Sonuçta azalan kas gücü ve artan yük eklemlerde ve omurgada anormal yüklenmeye neden olacak ve eklem veya omurga hastalıklarının oluşmasına katkıda bulunacak veya hafif düzeyde olan bir hastalığın ilerlemesine katkıda bulunacaktır. Ayrıca örneğin hafif bir dejeneratif eklem hastalığı (halk arasındaki ismiyle kireçlenme) olan hastaya önerdiğimiz bazı basit egzersiz programlarını dahi kilo artışı ve ağrılarının artması gibi nedenlerden ötürü hasta uygulayamayacak hale gelip bir kısır döngüye girebilir; hasta kilo alır, ağrıları artar, egzersiz yapamaz ve kilo artışı devam eder.
Evde Egzersiz Yapmak Çok Önemli
Ev ortamında yapılabilecek çok çeşitli egzersiz programları mevcut. Tabi ki bunları yapmadan önce, kişinin bilinen herhangi bir hastalığının olup olmadığını, hangi egzersizlerin yapılmasının uygun olduğunu değerlendirmek gerekir. Ancak, herhangi bir hastalığı olmayan bir kişi için evde herhangi bir alet gerektirmeyen veya çok basit düzeneklerle yapılabilecek çok çeşitli egzersiz programları mevcut. Örneğin bu karantina döneminde evinin içinde maraton koşan kişiler olduğunu bile gördük. İstenmeyen zorlanma veya sakatlanma gibi durumlara neden olmamak için benim önerim asıl egzersize başlamadan önce her zaman “ısınma” ve “germe” egzersizlerine yeterli zaman ayırılmasıdır. Bunun dikkate alınmaması nedeniyle çeşitli zedelenmelerin çok sık karşımıza çıktığını biliyoruz. Koşu olmasa da bunlardan en basit olanın tempolu yürüyüş olarak düşünülebilir. Buna ek olarak kas kitlesinin korunmasına yönelik yere bir mat sererek üzerinde sırt, bel ve bacaklardaki kas gruplarını çalıştırmaya yönelik basit egzersiz programları uygulanabilir. Boyun ile ilgili egzersizler oturur pozisyonda yapılabilir. Omuz ve kollar ile ilgili egzersizler ayakta dururken çok rahat bir şekilde yapılabilir. Hafif düzeyde ağırlık çalışması için su dolu yarım veya bir litrelik pet şişeler bile iş görecektir. Burada aklımızda tutmamız gereken nokta vücut geliştirmesi yapmadığımız, sadece mevcut kas kitlesini ve eklem hareket açıklıklarını korumaya yönelik egzersiz yaptığımız olmalıdır. Bu nedenle aşırı zorlamalardan kaçınmakta fayda var.
Çalışma Alanları Ergonomik Açıdan Düzenlenmeli
Çalışma ortamının ergonomik düzenlenmesinde dikkat edilmesi gereken bazı parametreler şunlar; masa yüksekliği ve sandalye yüksekliğinin orantılı ayarlanması, sandalyede otururken dizlerin 90 derece civarında olacak şekilde olması, gövde ve uyluk arasındaki açının 90 derece civarında olması yani dik oturulması, mümkünse bel desteği olan bir ofis koltuğu seçilmesi, kollar omuzdan çok fazla açılmadan yanlarda ve dirsekler yaklaşık 90 derece açıda olacak şekilde klavyeye ulaşılabilecek pozisyonda olması ve monitörün orta noktasının göz hizası ile yaptığı açının başın öne doğru 15 dereceden fazla eğilmesine neden olmaması önerilmektedir.
Bunu normal masaüstü bilgisayarlar ile sağlamak nispeten daha kolayken dizüstü bilgisayarların genellikle bir yükseltici ile monitörün uygun yüksekliğe getirilmesi ve klavye ile monitör arasındaki mesafenin yakın olması nedeniyle harici bir klavye kullanılması da düşünülebilir. Telefon ve tablet gibi cihazların kullanımında ise boyun bölgesini çok zorlamamak için öne eğilir pozisyonda değil mümkün olduğunca göz hizasına yakın pozisyonda kol ve dirsek bölgelerinden destek alacak şekilde kullanmakta fayda var.
Karantina sürecindeki hareketsizlik kas- iskelet sisteminde nasıl etkiler gösterir, uzun vadede bu sorunlar kalıcılık gösterir mi?
Bu durum kas gücünde “kullanmama” ya bağlı azalma, enerji tüketiminin azalması ile alımın dengelenmemesi durumunda vücut ağırlığında artışa neden olacaktır. Bunun sonucu olarak yük dengelerinde bozulma kaçınılmaz olacak ve omurganın ve eklemlerin dejenerasyonuna yani yıpranmasına yol açacaktır. Eklemlerin ve omurganın erken dönem dejeneratif hastalıklarında bizim hastalara ilk önerimiz “yükün azaltılması” ve “kuvvetin artırılması” dır. Yaşla birlikte hepimizde farklı düzeylerde de olsa kas iskelet sisteminde değişen derecelerde yıpranma kaçınılmazdır. Dejeneratif eklem hastalığı (halk arasındaki ismiyle kireçlenme) her ne kadar birden fazla nedene (genetik özellikler, beraberindeki hastalıklar, vücut ağırlığı, geçirdiği travmalar vb) bağlı olsa da çevresel etkenlerden bazıları kontrol edilebilir. Dejeneratif hastalıklar ne yazık ki, başladıktan sonra tamamen normal hale geri dönüştürülebilen hastalıklar değildir, en azından günümüzde böyle bir teknoloji yok. Bu hastalarda ilk planda çeşitli cerrahi dışı tedavi yöntemleri ile ilerleme hızlarını baskılamaya, hastanın mümkün olduğunca ağrısız ve fonksiyonel bir eklem ile normal günlük yaşamını sürdürmesine yardımcı olmaya çalışıyoruz. Eğer bu duruma karşı bilinçli bir şekilde önlem alınmazsa bu tür bir hastalığın erken ortaya çıkmasını tetikleyebiliriz veya ilerlemesine neden olabiliriz. Yani kalıcı sonuçları da olabilir.
Sonuç olarak araştırarak, gerekirse ilgili branşlara (Ortopedi ve Travmatoloji, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Spor Hekimliği) danışarak, bilinçli bir şekilde yapılan egzersizi koşullar ne olursa olsun hayatımızın bir parçası yapabiliriz ve kendimizi bu konuda motive edecek yöntemler geliştirebiliriz.
Röportaj: Gökçe Güzel - ÇOMÜ