DEPREM GERÇEKLERİ
Bu acının tarifi nasıl yapılır? Ya da bu acıyı tarif etmeli miyiz, gerçekten bilmiyorum! Bilim insanları her fırsatta yüz yüze geleceğimiz bu afetler için biz sade vatandaşları uyardığı gibi, sorumlu olduğunu düşündüğü en alttan en üste, bütün yetkililere defa kez anlattılar. Anlatmaya devam ediyorlar. Peki ya sonuç? Yaşanan acı dolu gerçek gün gibi ortada duruyor. Bu durum kesinlikle kader değil! Dayatılan yine acı, yine keder...
Bu yazıyı okuduğunuz sırada muhtemelen milli yas sona ermek üzere ya da bitmiş olacak. Ülkemizin yaşadığı büyük felaketin maalesef ama maalesef acı dolu bilançosu ortaya çıkmış olacak. Maddi hasar bir şekilde telafi edilir, edilecektir. Türk milleti ilk andan itibaren bu konuya el atmış durumda zaten. Biz milletçe hesap sormayı her seferinde es geçiyoruz! Bir afet yaşandığı zaman birlikte olabiliyoruz. Hatta deprem öncesi savaş çığlıkları attığımız komşu ülke Yunanistan ile bile sarmaş dolaş olabiliyoruz. Bizim asıl sorunumuz bizleri yönetsin diye makamlara seçtiklerimizden hatalı ya da noksan karar aldıklarında hesap sormuyoruz.! Peki kaybedilen canların, umutların, hayallerin vebalini kim ve nasıl ödeyecek? Ya da gerçekten sebep olanların hepsi bu hesabı verebilecekler mi?
Siyasiler mi? Müteahhitler mi? İmar ve inşaat izinlerine imza atan belediyeler ve onların meclis üyeleri mi? Deprem bölgelerine ulaşım sağlayacak parça pinçik olan karayollarını, yıkılan viyadükleri yapanlar mı? Nasıl ödeyeceksiniz? İstifa mı edeceksiniz? Yoksa yönetmeye(!) devam mı edeceksiniz? Utanmadan yaklaşan seçimlerde tekrar aday mı olacaksınız? Güç bela enkaz altından çıkardıkları depremzede vatandaşlarımızın tedavileri için zamanla yarışan kurtarma ekipleri ve sağlıkçılara yıkılan hastaneler hakkında ne cevap verdiniz?
Bu yazıyı kaleme aldığım an itibariyle ancak 36 saat sonra, felaketin yaşandığı illerimizde anayasanın 119' uncu maddesine istinaden OHAL ilanı kararını ancak verdiler. Oysa ilk an itibariyle alınması gereken karar milli seferberlik kararı olmalıydı. Takım elbise, palto ve bilmem ne derisi ayakkabılarınızla deprem bölgesinde vatandaşlara ‘Afet Allah'tan, devlet yanınızda!’ takiyesi yaparken yüzünüz biraz olsun kızardı mı? Vicdanınız sızlamadı mı?
Türk Milleti her kötü zamanda olduğu gibi; Valilik, Kaymakamlık, Belediye ve sivil toplum kuruluşlarının yardım çağrılarına tek yürek olarak karşılığını verdi. Vermeye devam ediyor ve edecektir. Devletin imkanlarını ilk iki gün organize ve koordine edemeyen, atananların liyakatsız oluşu bir yana emir ve talimat beklemelerine ne demeli? Vatandaşların gözlerinin içine baka baka içi boşaltılan kurumların hal-i pür melali ayan beyan ortaya çıkınca, trollerinize verdiğiniz saldırın komutu ile güven duyulan sivil toplum kuruluşlarını itibarsızlaştırma hamleniz ise aymazlığın daniskasıdır.
Deprem afeti sonrasında yıkılan binalar kadar yıkılan hayatların yaşadığı acılar, kısa bir sürede dinmeyecek. Sayenizde derin izler bırakan bir felaket silsilesi olarak hafızalara kazındı. Felaketi yaşayan illerimizde sağ kalanların, manevi anlamda 5 Şubat 2023 tarihine geri dönmesi imkansız... Yapısal olarak da kolay olmayacak. Hayatta kalanlar sevdiklerini enkaz altından çıkarıp, toprağa veriyor. Kimileri ise sevdiklerini yatağa teslim edecek! Her şeylerini kaybetmiş durumdalar. Dolayısıyla uzunca bir süre Türkiye Devleti ve milletimiz bu bölge ve hayatta kalan vatandaşlarımız ile dayanışma halinde olmalıdır. Yıkım ve yıkılan hayatlar gerçekten çok büyük!
Öncelikle deprem bilimi diye bir olgu var. Depremin ne zaman olacağını bilmiyoruz! Fakat ülkemizin deprem kuşağında, fay hatlarının üzerinde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla her an küçük ve büyük depremler olabiliyor. Geçmişte olduğu gibi. Bu gerçeği değiştiremeyiz. Depremler küçük ve büyük ölçekte olmaya devam edecek. Ve fakat; ‘kader’ diyerek oluruna da bırakamayız! Dolayısıyla bu ülkede yıllardır deprem vergileri toplanıyor. Adı üstünde, DEPREM VERGİSİ!
Deprem kanunları ve buna istinaden yapı denetim prosedürleri var. Yıkımın bu kadar çok olmasının sebebi depremin şiddeti değil, binaların bu prosedüre uygun yapılmamış olmalarıdır! Eski yapıların devlet güvencesi ile prosedüre uygun kentsel dönüşüme uğramasını sağlamayanlardır. Malzemeden çalan müteahhitler ve onları legal kılan yerel ve genel idarecilerdir. Normal vergisi haricinde adı üstünde ‘DEPREM VERGİSİ’ veren vatandaş ve doğa olayı olan ‘DEPREM’ ya da onun şiddeti yaşananların müsebbibi değildir...
BİGA VE DEPREM!
Yaşadığımız şehir Biga 1'inci derece deprem bölgesi. Beklenen büyük Marmara depreminden bağımsız bir büyük deprem de şehrimizde bekleniyor. Biz ne kadar hazırlıklıyız? Bu konu hakkında ne kadar bilgimiz var. Deprem olacağını biliyoruz ama hangi dakika olacağını bilmiyoruz. Niyetim kimseyi korku ve telaşa kapılmasını sağlamak değil. Aksine bu konu hakkında bilinçli ve bilim ışığında bu zamana kadar yapılan söylem ve eylemin yeterli olup olmadığını ortaya koymak. Korku ve telaş bizi depremden kurtarmayacak!
Şehir merkezi ve köylerimizde bulunan yapılar ne kadar prosedüre uygun haldeler?
Sağlam olmayan yapılar için ne yapılıyor?
Toplanma alanlarını kim ne kadar biliyor?
Devletin ve vatandaşın bu konuda yükümlülükleri neler?
Kim ne kadar bu yükümlülüklere uygun davranıyor?
Deprem sonrası arama kurtarma ekipmanları ve ilk yardım üniteleri var mı? Doğru konumdalar mı?
Televizyon ve sosyal medya mecralarında 10 ilimizde yaşananları görünce belki bunları sormak aklıma geldi. Belki de sormak için en doğru zaman budur! Okullar toplu bir şekilde depreme dayanıklı olmadıkları için 3 küsur yıl önce yıkıldılar. Bu konu yeteri kadar kişi ve kurum tarafından eleştirildi. Gerekçe doğru fakat hem yapım aşamasının geç kalması hem de hepsinin birden yıkılması ana eleştiri konusuydu. Peki yapım aşamasında olan okulların sağlamlığı kontrol ediliyor mu? Deprem bölgesinde kamu binalarının da içinde bulunduğu birçok yeni binanın yıkıldığını, kum olduklarını gördük! Bu anlamda güvencemiz şimdi ve öncesinde tam olabilir! Fakat olması beklenen büyük Biga depremi sonrasında, ben yüzümüze karşı depremi suçlayacak, kendisini aklayacak sözde yöneticiler ile karşı karşıya kalmak istemiyorum.
Kimse kusura bakmasın. Bu yazıyı kaleme alırken birilerini hedef göstermek niyetiyle yazmadım. Bu yazının amacı; sade ama sorumlu bir vatandaş olarak gerekli kişilere, saygı çerçevesinde sorumluluklarını hatırlatmaktır. Siyasi hırslar maalesef ülkemizde kutuplaşma hadisesini ayyuka çıkarmıştır. Elbette bireysel, siyasi, insani görüşüm mevcut. Fakat hiçbir partinin üyesi olmadığım gibi bundan sonra da olmayacağım. Deprem ya da başka felaketler yaşadıktan sonra kısmen birlik beraberlik içinde olabiliyoruz. Hata yapan hatasını kabul edip, erdemli bir davranış ile istifa etmesi gerekirken, hatayı savunması bir yana, bu duruma taraftar bulması geldiğimiz noktanın içler acısı özetidir.
Liyakatsız, ahlaki değerlerin ayaklar altına alındığı bir haldeyiz. Dolayısıyla adaletsizlik ve huzursuzluk had safhaya ulaşmış durumdadır. Ben Ömer Tirendez, bir ombudsman değilim. Fakat son yıllarda yaşananlar kör gözün gözüne sokarcasına yaşanıyor. Bu yazının sebebi; ülkenin bir vatandaşı olarak, her şeyden önce bir insan olarak yaşadığım üzüntünün bir tezahürü olmasıdır.
Bütün bu durumu düzeltmenin yolu; doğru, dürüst ve sorgulayan bir toplum olmaktan geçiyor. En az inançlarımız kadar bilimin ışığında hareket etmemiz gerekiyor. Saygı ve sevgi olgularını yeniden içten ve samimi bir şekilde tahsis etmemiz gerekiyor. Fırsatçılık, menfaat gibi kelimeleri lügatımızdan ve eylemlerimizden çıkarmamız gerekiyor...
Felaket esnasında ve felaketin etkileri sonrasında vefat eden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralı kurtulanlara acil şifa diliyor ve tüm milletimize sabır ve geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Ey Türk Milleti; gün dayanışma günüdür. Yaraları beraber sarma günüdür..
*YAZARIN NOTU:
Karikatürist Mehmet Çağçağ ve Zafer Temoçin yayınlanan karikatürlerin sahibidir. Kamu yararına yayınlanması için ricamı ikiletmediler. Sağ olsun var olsunlar. İzinleriyle yayınlanıyor. Benim onca kelime ile anlatmaya çalıştığımı bu iki karikatür çok net anlatmış.