O zaman Germinal’den bir bölüm okuyalım. Saat “01 sıfır üç” olabilir. Yatmak için erken bir zaman.
Eski eşyalarla dolu oteller zamanı yavaşlatabilir. Böyle otel odalarında sakallar normalin dışına çıkabilir. Kahvaltı masasındaki buruşturulmuş sinema biletinin tercümesi arkeolojiktir. Kırık Marx düşüncelerinin çözümü zordur. Heykele yakın bir yerde kadınlar geceden kalmadır. Yokuşun sonunda bir kahve içelim.
OT var, KAFA var; kitap var, ortam var… Her gün şiir okuyorum ve Mariah Carey eskimiyor. Geçen zamanlardaki hikayeleri hatırlıyorum. Her sözüm replik oluyor: Kahvaltıda rafadan yumurta varsa babam yaşıyordur ve kitaplar henüz yakılmamıştır…
İdeolojik bulmacalar bitince devrim olacak. Mevsim değişince felsefe de değişecek. Öfkem derin. Şarkılar kapitalizmin sonu olsun. Öyle umalım…
Eczanede öksürük şurubu kalmamış. İyi ki çay var o zaman. Otobüs terminallerinde bazen otobüs beklemez insan. Sadece orada olmak ister.
Yedeklenmemiş ilişkiler siliniyorlar. Berber maskelerim ve beni yalnız adalara taşıyan mızıkalar. Biraz sanat lütfedin ve biraz küfredin. Elmalar toplanacak daha. Tüm semptomlara uzun zamanlı bir Azeltin. Metaverse’de Steinbeck sözleri.
Cuarto Cubano’da bana iyi gelen şeyler var. Yazılarımı okurken Beatles, Queen falan dinleyin. Özgürlük duygumu; tasarılarımı ve tarzımı tanıyın. Yıldızlı ve yaldızlı bir dükkanın kapısına zil takarsam bu komünistliktir. Terziler ruhumuza da karakter dikerler o zaman. Işığın dansı var mı? Bilime varsayımlar yazsam. Fotoğraf çekerken kafamdaki anlamı çekiyorum. Bilimin ışığına ihtiyacımız var. Bir radyo oyunu başlatalım. Ama yazılarımı okumadan geçmeyin. Yazılarımın başlıklarından YOL yapıyorum. Yazılarımın yarım yamalak kişileri kaçırmasını istiyorum. Gideceğim şehirlerden “merhaba” yollayacağım, belki bir KEK tarifi veririm. Yolculuk zamanlarına ve roman havalarına dayanamam. Bir fotoğraf makinesi alacağım ve kendime yolculuğum var. Soba başında olursa entelektüel buluşmalara varım. Biraz ekmek kızartalım ve birkaç hayat kurtaralım.
Bir afiş çıktı karşıma. Roxy artık kapalı bir bar. Beyoğlu Taksim’de. Nejat Yavaşoğulları’ndan şarkılar. Bu şiirler İskender’den kalanlar….
Neyse. Gece viskisi isli ve hisli olsun… Sırlarımı açıklıyorum.
Sobe ve soba sıcaklığı arıyorum. 762 puanım ve mekanla sıkı uyumlu kırmızım; kahve yapalım.
Ulan İstanbul diye bir dizi vardı. Yani “çok eğlenicez çok…” denilebilir.
Aylardan ve dizilerden Şubat: “Teori dersen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta…”
Ya da şu: “Teknolojiyi yöneten felsefeyi içselleştir tatlım; yavşaklaşmayalım, yavaşlayalım… Karakteri olmayanlara kopya hayatlar yontalım, senkronize hayatlar dokuyalım…”
Şapkalarım ve atkılarımla beraber adaya taşınacağım. Eylemlerimi bir bara taşıyacağım.
Charlie sessiz zamanlardaki arkadaşım. Bir otobüsteki halim ve kakaolu kekim. Yolculuklardan döndüm, yolumdan dönmedim.
Bir şef olsam tarifsiz lezzetler peşine düşerim. 2 . 2 . 2 0 2 2 bir tılsım. Uzakdoğu saygısını not alalım.
Ortaköy’deysem rüzgarı ve dalgaları hissederim. Çırağan Caddesi’nde bir Hint Lokantası. Stilim bir eylem. Her mevsim bir diğerinin öncesinde ve bir diğerinin önünde. An; ikindiden önce. Daha başlamasın mesai. Siesta - fajita falan filan. Artık şubat ilkyaza dahil edildi. Bir iklim değişikliği ve Greenpeace meselesi. Çoklu okuyalım, korsan olmasın. Felsefeye, aşka ve fotoğrafa saygısızlık yapanları not alıyorum. Kırmızı tutkudur, ya siyah? Hava 21 derceyse şiir yazılır ve bazı şeyler yorumsuz bırakılır: Şarkılardan tuttuğumuz fal, aklımızdan çıkmayan klarnet, ruhumuza üflenen saksafon.
Öcüler gibi maskeliyiz… Tek istediğim aşk ve yorum.
Ece Temelkuran öğreniyorum.
Önümde tamtamlar, Das Kapital’i çalıyorlar.
Bir mikrofonum olsa cumartesiyi değiştireceğim…
St. Pauli’de yırtık bir jartiyer. Felsefem derin, kafam güzel, ilkelliğim kesin…