Gözetimin gözetledikleri - 5
Küresel Kapatılma gerçekleşti ve dünyadaki bütün insanlar evlerine kapatıldılar. Haliyle, Teknolojik Kapatılma da Küresel Kapatılma’ya eşlik etmeye başladı. Televizyon, telefon, bilgisayar ve tabletler dünya ile olan bağımızı sağlamak için sırada bekliyorlar. İnternet de bu aletlerle olan birlikteliğine devam ediyor. Sokaklarda bıraktığımız “ayak izlerimiz“i artık pek bırakamaz olduk. Bunun yerini artarak “dijital ayak izlerimiz“ almaya devam ediyor. Evet, “iz“ bırakmaya devam ediyoruz. Ancak, bu izleri elimizdeki “teknolojik oyuncaklar“da bırakmak zorunda kalıyoruz.
Bu “iz“leri nasıl bırakıyoruz? Elimizdeki aletlerde interneti kullanarak girdiğimiz her yerde bir “ayak izimizi“ bırakıyoruz. Normal ayak izlerimizden çok farklı bu ‘iz’ler. Bütün işimizi gücümüzü internet üzerinden halletmek zorunda kaldığımız için bu ‘iz’leri de bırakmak zorundayız. Yoksa işler yolunda gitmiyor; istediğimiz siteye, bağlantıya girmekte zorluk yaşıyoruz. İnternet üzerinden bir şeyleri “takip etmek” istiyorsak, “takip edilmeyi“ de kabul etmek zorundayız. Bu “takip edilme“ de normal bir takip edilme değil. Bizi takip eden sıradan bir insan, bir polis ya da bir istihbarat görevlisi değil, yani en azından “fiziksel olarak” takip edilmiyoruz! Yalnız, bu bize pek bir şey kazandırmıyor, yani takip edildiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.
O zaman bizi kim takip ediyor? Takip edilmemize kim yardım ediyor? Takip edip de ne yapıyor? Takip edilmemize yardım eden birileri var. Çerez (Cookie) diyorlar bunlara. Yalnız, bunlar da bildiğimiz çerezlere pek benzemiyor. Çerez demişler işte, çerez. İnternet çerezleri bunlar. Çerezleri şöyle tarif edebiliriz aslında: “Çerezler, web sitelerini ziyaret ettiğinizde bilgisayarınıza kaydedilen küçük dosyalardır. Siteleri ilk ziyaretinizde oluşturulan bu dosyalarda, siteyle olan bazı etkileşimleriniz saklanır. Siteler, daha sonraki ziyaretlerinizde kendi oluşturduğu çerezi kontrol ederek kim olduğunuzu "hatırlar" “.* Elbette, sadece bilgisayar üzerinden değil, interneti kullanarak girdiğimiz her alete kaydediliyor bu çerezler.
Ama ben, bu meseleyi sadece çerezler üzerinden anlatmak istemiyorum. Meselenin “teknik“ boyutunu kenara bırakalım ve biz bize konuşalım istiyorum. Herkes anlasın diye. Aslında, biraz kötümser de olmak istiyorum. Her şeyi kenara bırakıyorum ve internet üzerinde paylaştığımız her şeyin, istisnasız, her zaman kaydedildiğini ve her an “aleyhimize“ kullanılma ihtimalinin yüksek olduğunu varsayıyorum. Aslında varsayım değil, gerçek bunlar ama neyse. Sadece teknik boyuttan sıyrılmak için yaptım bunu.
Şimdi bir düşünelim. Herkesin duymasını istemediğimiz, bundan dolayı da yalnızca ailemize, arkadaşlarımıza, eşimize ya da sevgililerimize söylemek istediğimiz şeyler vardır. İstisnasız herkesin vardır. Herkes duymasın istiyoruz bu “şeyleri“. Bazen baş başa, bazen kimsenin duyamayacağı fısıltılarla anlatıyoruz bu insanlara aklımızdan geçenleri. Bize özel kalsın istiyoruz. “Dedikodu ve fitne“ malzemesi yapılmasın istiyoruz. Kafamıza takılanları özgürce konuşmak istiyoruz. Ancak, bu “özgürce konuşma“ eylemi özellikle son yıllarda oldukça azaldı. İnsanlar arasında “eskiden“ var olan “kuvvetli olduğunu söylediğimiz“ bağlar kopma noktasına geldi. Herkes bir parça yalnızlaştı, insanlardan uzaklaştı. Bazıları “bireyselleşme“ diyor buna. Bazıları, “ ’Toplumsal gelişim’in yerini ‘kişisel gelişim’ aldı.“ diyor. “Siz özelsiniz“, “Herkesten değerlisiniz“, “Kimseye eyvallahınız olmamalı“ gibi sloganlar bazıları tarafından sevinç çığlıklarıyla karşılandı ve hemen benimsendi. Her yerde bu sloganları görür olduk, onlardan kaçamaz olduk.
İnsanlardan uzaklaştıkça Teknolojik Kapatılma’ya daha da fazla maruz kalmaya başladık. Yanımızdan ayırmıyoruz telefonlarımızı, koynumuzda uyuyoruz onlarla. Telefondan gelecek bir “bip” sesine koşullanmış olarak yaşıyoruz. Şimdi herkes evlerde ama sanki farklı evlerde. Evet, bunu tahmin edebiliyorum. İnsanlar, özellikle aile bireyleri, farklı odalarda teknolojik oyuncaklarla haşır neşir haldeler. “Dijital ayak izi” bırakmakla meşguller! Yanımızdaki insanlarla konuşmadığımız her şeyi bu “ruhsuz oyuncaklara“ anlatıyoruz. En mahrem sırlarımızı onlara anlatıyoruz.
Bu aletlerin yapısı da bunu kolaylaştıyor zaten. Bahsettiğim çerezler, internette işlem yapmamızı oldukça kolaylaştırıyor. İki gün önce girdiğimiz siteye ait bilgileri kaydediyor ve o siteye tekrar girdiğimizde bu bilgileri “hatırlıyor“. Diyor ki, “Sen daha önce buraya girmiştin. Bak, sırf sen zorlanma diye senin ‘ayak izlerini’ kaydettim. Şimdi kaldığın yerden devam edebilirsin.“ Evet, aynen böyle söylüyor. Mesela, kredi kartı ile alışveriş yaptıysak, hemen “Bak güzel kardeşim, istersen senin şifreni ve diğer bilgilerini kaydedelim; tekrar işlem yapmak istediğin zaman tekrar tekrar şifreyle filan uğraşma.“ İnternet üzerinden yaptığımız bütün işlemlerde benzer bir işlem gerçekleştiriyor aslında. İnternette hangi işlemi yaparsak yapalım “dijital ayak izlerimizi“ bırakıyoruz.
Aslında, işi biraz daha ileri götürmek gerekir. “İnternet üzerinde attığımız her adımın kaydedilmesi, aslında sandığımız kadar zararsız bir şey değil.“ demek gerekir. Düşünsenize, merak ettiğiniz bir şeyi internette arıyorsunuz ve aradığınız şey kaydediliyor. Her ne kadar “geçmişi temizle“ diye bir seçenek olsa da pek işlevsel olduğunu düşünmüyorum ben bu seçeneğin. Bir de “gizli sekme“ var! “Ayak izi bırakmak istemiyorum“ diyenler için icat edilmiş bir sekme gibi “gizli sekme“! Bir şey araştırıyoruz ve her adımımız kaydediliyor. Neyi “aramaktan vazgeçtiğimiz“, “nasıl aradığımız“, “hangi anahtar kelimeleri kullandığımız“, “neler okuduğumuz“, “neler izlediğimiz“, “neler izlemediğimiz“, “hangi yorumları yaptığımız“, “hangi yorumları sildiğimiz, beğendiğimiz“, “hangi siteden hangi alışverişi yaptığımız ya da yapmaktan vazgeçtiğimiz“... Aslında, bizim “kişisel profilimiz“ çıkartılıyor. Kişinin korkuları, gizlemek istedikleri, açıklamaktan korkmadıkları, yaptıktan sonra pişman oldukları, pişman olmasına rağmen yapmaya devam ettikleri, neleri yemeyi sevdiği ve neleri yemeyi sevmediği, hangi hastalığı olduğu, nelerden hoşlandığı, nerelere seyahat ettiği, hangi kitapları okuduğu ve hangi filmleri izlediği, hangi insanlar hakkında hangi düşüncelere sahip olduğu ve niceleri! Belki de en yakınlarımıza sözünü etmediğimiz korkularımızı, tutkularımızı, çekincelerimizi, isteklerimizi bu “ruhsuz oyuncaklar“ ile paylaşıyoruz.
İnsanlar bazen, “Yahu, geçen gün internette bir şey aradım, aaa bir baktım iki dakika sonra başka bir yerde karşıma çıktı“ ya da “Geçen gün arkadaşlarımla bir şey konuşuyorduk, ertesi gün konuştuğumuz şeylerle ilgili şeyler çıktı karşıma“ gibi şeyler söylüyorlar ve bunlara şaşırıyorlar. Şaşıracak pek bir şey yok aslında. Bu aletlerin çalışma prensibi bu. Uygulamaların ve internetin nimetlerinden faydalanmak istiyorsak “kişisel bilgilerimizi vermemiz“ gerekiyor. Uygulamalar, size “en üst düzeyde hizmet vermek istediğini“ söylüyor. Bunun için de “mikrofona ulaşma“, “telefon rehberine ulaşma“, “konum bilgilerine ulaşma“ gibi izinler istiyor bizden. Ondan sonra, sizin ilgi alanınıza nelerin girdiğini bildiği için “ilgi alanıza giren” içerikler ve reklamları karşınıza çıkartıyor. Çünkü, artık sizi tanıyor. Bu, “bunlardan“ hoşlanıyor diyor ve sizi “bunlarla“ buluşturuyor. Haa, yanlış anlaşılmasın, bunu yapan bir insan değil, sistem algoritması bu şekilde çalışıyor ve otomatik olarak sizi “bunlarla“ buluşturuyor.
Elbette, sosyal medya uygulamaları da en çok “dijital ayak izi“ bıraktığımız mecralardan. Ancak, onları şimdi ele almak istemiyorum, sonraki yazıda konuşsak daha iyi. Bir nokta daha var aslında. O nokta da bizim bu izleri bırakırken “gönüllü“ mü, “zorunlu“ mu olduğumuz. Bunu da sonraki yazıda konuşalım...