“Cesur olmak, insanların çoğunun sahip olmak istedikleri özelliklerin başında gelir.” desem pek yanılmış olmam sanırım. İnsanlara cesurluk ile korkaklık arasında bir seçim şansı sunulsa, sanırım çoğunluk cesur olmak istediğini söyleyecektir. Bence bu söylediklerimin anlamı, cesaret ve korkaklıktan ne anladığımıza ve bu kavramları kimin tanımladığına göre değişir.
Toplumumuzun geneline baktığımızda cesaret konusunda benzer görüşlerin olduğunu görüyoruz, en azından ben öyle görüyorum. Ancak, bu tanımlamalarda sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Mesela, bir insanı “cesur” ya da “korkak” olarak kabul etmek için hangi ölçütlere başvuruyoruz? Bir insan; hangi davranışları, ne kadar süre, ne şekilde yaparsa cesur veya korkak olarak kabul edilir? Bunun için net ve değişmez bir ölçüt var mı? Bir insan “tamamen cesur” ya da “tamamen korkak” olarak kabul edilebilir mi? Cesur insan, hiç korkmayan; korkak insan da hiçbir şeye cesaret edemeyen insan mıdır? Sanırım bu kadar keskin bir tanımlama yaparsak bu işin içinden çıkamayacağız! “Genel olarak cesur” ya da “genel olarak korkak” desek nasıl olur? Bu da pek olmadı gibi. Cesaret kavramına nasıl bir çerçeve çizersek çizelim, bu çerçevenin dışında kalan tanımlamalar olacaktır mutlaka.
Aslında “çerçeve çizme” davranışına çocukluk dönemimizde maruz kalmaya başlıyoruz. Arkadaş ortamına girmeye başladığımız zamanları hatırlayın. Bir şeyi yapmak istemediğimizi söylediğimizde, diğer çocuklar “Ne oldu, korktun mu?” demeye başlamadılar mı bize? “Geçen gün öyle demiyordun ama!” şeklindeki meydan okumalara maruz kalmadık mı? Çocuklukta bu ve buna benzer söylemlere maruz kalmayan olmamıştır sanırım. Yaptığımız ve yapmadığımız, yapmak istediğimiz ve istemediğimiz neredeyse her eylem her zaman “yapacak güce ya da cesarete sahip olma” bağlamında değerlendirildi.
Bu duruma sadece arkadaş ortamında değil; “özellikle, sıklıkla, daha güçlü bir şekilde ve ilk olarak” aile ortamında maruz kalmaya başladık. Cesaret ve korkaklık meselelerine bakış açımızı elbette ailemiz şekillendirmeye başladı. Mesela, çocuk bir şeyi yapmaya korkuyorsa ve çocuğun etrafındaki insanlar da çocuğun bu korkularına duyarlı değilse çocuk ne yapacağına karar vermekte zorlanmaya başlayacaktır. Diyelim ki çocuk denize girmeye korkuyor, ailesi de girmesi gerektiğini söylüyor. Çocuk girmek istemediğini söyledikçe ailesi daha da ısrar ediyor. Hatta daha da ileri gidip “çocuklarını denize fırlatanlara” bile rastlayabilirsiniz! Normalde olması gereken; çocuğun denize girme konusundaki korkularını normal karşılamak ve ona bu konuda yardımcı olmaya çalışmak, çocuk hâlâ girmek istemiyorsa onu daha fazla zorlamamaktır. Belki de bazı aileler, ”kendi çocuklarının bir şeyleri yapmakta tereddüt etmesinin kendilerinin de korkak damgası yemelerine sebep olacağını düşündükleri için” çocuklarının yaptığı bazı şeylere bu kadar karışma gereği duyuyorlardır! “Korkağın çocuğu korkak olur!” denmesinden korkuyorlardır belki de!
Peki ama çocuklar neden ailelerinin ve toplumun bu tip kısıtlamalarına boyun eğiyorlar? Hepsinin boyun eğdiğini söyleyemesek de genelinin uyduğunu, daha doğrusu uymak zorunda kaldığını söylemek mantıksız olmaz. Küçük yaştaki çocuklar; ailelerinin, akrabalarının ve arkadaş çevrelerinin onların “davranışlarına sınırlar çizme ve bu sınırları ‘olması gereken’ olarak gösterme girişimlerine” karşı çıkmakta zorlanacaklardır. Çünkü bu davranışların geri planındaki davranışları kavramakta zorlanacaklardır. Kişilikleri henüz oturmadığı için etraflarındaki insanların telkinlerine daha açık olacaklardır. Büyüdükçe durum değişmeye başlayacaktır elbette. Ne istediğini, istemediğini net bir şekilde bilen ve diğer insanların kendi kararlarına karışmasına izin vermeye yanaşmayan biri ile davranışları diğer insanların telkinlerine ve müdahalelerine açık birinin tepkileri elbette aynı olmayacaktır. Telkinlere açık kişi, iki temel sebepten dolayı insanların bu müdahalelerine karşı çıkmakta zorlanacaktır. İlki; “korkak damgası yememek”, diğeri “toplumdan dışlanmamak”.
“Korkak damgası yemek”, hiç kimsenin maruz kalmak istemeyeceği bir davranış aslında. Hiç kimse, korkak biri olmak ya da yanında korkak birinin olmasını istemez. Ancak, buradaki mesele farklı. Her insan; bazı şeyleri yapmaya cesaret edebilirken, bazı şeyleri yapmaktan korkabilir. Bu, bir insanı “cesur” ya da “korkak” olarak tanımlamak gerektiğini göstermez. Korkuları olmayan insan var mıdır? “Ben hiçbir şeyden korkmam!” diyen insan, gerçekten hiçbir şeyden korkmayan insan mıdır? Toplum; insanları bu şekilde “damgaladıkça”, davranışlarını “cesurluk” ve “korkaklık” olarak tanımlayarak insanların yaşam alanlarını kısıtladıkça, davranışlarının tanımlanmasına ve “gerçeklik algısıyla oynanmasına” karşı çıkamayan insanlar da toplumun bu düşüncelerine göre hareket etmeye başlıyorlar.
Toplum; hangi davranışların cesaret örneği, hangilerinin korkaklık örneği olduğunu söylüyor ve karşısındaki insanın da buna göre davranmasını bekliyor. Mesela; cesur biri olduğu sürekli kendisine hatırlatılan bir insan “en ufak bir korku belirtisi gösterince”, “Biz de seni cesur bilirdik!” şeklinde tepkiler gösteriyor bazı insanlar. Sanki karşısındaki kişi “Ben hiçbir şeyden korkmam!” demiş gibi, karşı tarafın herhangi bir iddiada bulunmadığı bir konuda ona eleştiri getiriyor bazı insanlar! Tam tersine; “korkak olduğu sürekli kendisine hatırlatılan biri”, büyük bir cesaret gerektiren bir eylemde bulununca bazı insanlar, “Ben senin korkak biri olduğunu düşünüyordum, beni şaşırttın!” şeklinde tepkiler verebiliyorlar. Hatta cesur olduğunu düşündükleri kişiye, korkak olduğunu düşündükleri ama kendilerini şaşırtan kişiyi örnek göstererek “Bu korkak bile başardı, sen başaramadın!” şeklinde tepki verenler de olabilir! Bazı insanların zihni böyle çalışır. Onların zihninde iki aşırı uç vardır ve herhangi bir davranışınız bu insanların sizi bir gün “korkak”, başka bir gün de “cesur” biri olarak tanımlamasına sebep olabilir!
İnsanların zihni “bu iki kutuptan ibaret şekilde işledikçe” insanlar da bu iki kutuptan birine yakın olmak için çırpınmaya başlıyorlar. “Cesur olduklarını kanıtlamak için” hiç istemedikleri şeyleri bile yaparken buluyorlar kendilerini. Cesaret ve “cesur olduklarını başkalarının ağzından duyma istekleri”, onların “içinden çıkılmaz bir esarete” düşmesine sebep oluyor. Durum öyle bir noktaya geliyor ki, cesaret örneği saydıkları davranışların belki de “korkaklıklarının en büyük kanıtı olduğunu” unutuyorlar. “Ben hiçbir şeyden korkmam!” cümlesi mi, “Ben korkarım, yapamam!” cümlesi mi size daha gerçekçi geliyor? Her insan mutlaka bir şeyden korkar, hiçbir şeyden korkmadığını söylese bile “başkaları tarafından korkak biri olarak bilinmekten” korkar! Bir şeylerden korkan her insanın ise “yapmaya cesaret edebileceği mutlaka bir şeyi” vardır!
Neden bu kadar meraklıyız ki her şeyi cesaret ve korkaklık açısında ele almaya? Yapmak istediğimiz ya da istemediğimiz şeyleri mantıklı ya da mantıksız, faydalı ya da zararlı, işlevsel ya da işlevsiz ve ahlaki ya da ahlak dışı olup olmadıklarına göre değerlendirmiyoruz? “Değerlendirmediğimizi de nereden çıkardın?” diyenler de olacaktır. Elbette herkes bütün meselelere benim bahsettiğim açıdan yaklaşmıyordur. Ancak, toplumumuzun davranışlarının arka planına baktığımızda genel olarak “cesaret” ve “korku” bağlamında değerlendirildiğini görüyoruz.
Mesela, iki kişi bir konuda tartışıyor ve taraflardan biri “Var mısın iddiasına?” şeklinde bir çıkış yapıyor. Bu davranış, hayatımız boyunca mutlaka karşılaştığımız davranışlardan biridir. Burada mesele anında “kazanma ve kaybetme” noktasına geliyor. Yani “Çok cesursan hadi iddiaya girelim.” gibi bir “cesaret yarışına” dönüşüyor! Bu tür “meydan okumaları” farklı konularda ve davranışlarda da görebilirsiniz. “Çok yemek yiyebilmek, çok içki içebilmek, fazla para harcayabilmek” bile bazı insanlar arasında bir cesaret yarışına dönüşebiliyor! Bazı insanlar açısından “içki içmeme ya da sarhoş olmak istememe” davranışı bile korkaklığın bir kanıtı olarak görülebiliyor. Meselenin “Onda o yürek yok!” noktasına varması çok sürmüyor! “Çok içki içmeyi sağlık açısından sakıncalı görmek gibi bir ihtimal” gelmiyor bazı insanların akıllarına! Para harcamayı da bir cesaret yarışı haline getirenler var elbette. Parasını idareli kullanmaya çalışanların “korkak damgası” yedikleri de görülmüştür!
Diyelim ki beş arkadaş içkili bir mekâna gittiler. İçlerinden biri, durduk yere kavga çıkardı ve yanındaki arkadaşları da olayla hiç ilgileri yokken kavgaya dahil olmak zorunda kaldılar ama içlerinden biri kavgaya girmedi. Kavga bittikten sonra, kavgaya girmeyen kişi korkaklıkla yargılanmaz mı? “Benim kimseyle meselem yok, o yüzden kavga etmeyi mantıksız buldum.” şeklindeki bir savunma cümlesi karşıdakiler tarafından gülünç bulunmaz mı? Dalga konusu olmaz mı?
Herkes açısından bir “korku ve cesaret savaşı” biçimini alan “pandemi döneminden” örnek vereyim bir de. Ülkemizdeki insanların çoğu en az bir doz aşı oldu değil mi? Bu insanlar cesur oldukları için mi, korkak oldukları için mi aşı oldular? Aynı anda iki davranış göstermiş olamazlar mı? “Aşı olmak ve konulan kısıtlamalara uymak”, insanların bir şeylerden korktuklarının göstergesiydi: Devlet tarafından cezalandırılmak, virüse yakalanmak ve etrafındakilere de bulaştırmak, “aşı olmadığı için insanlar tarafından dışlanmak istememe” ve işini kaybetmekten korkmak… Bunlar ve bunlara benzer davranışlar gayet insani davranışlardı. “Ben hiçbir şeyden korkmam!” diyenler de bu davranışlarda bulunmuş olabilirlerdi. Bu davranış onlara mantıklı ve faydalı görünmüş olabilirdi. Birileri bu davranışlardan bulundu diye bu insanları korkaklıkla itham emek ne kadar doğru olurdu? Mesela, aşı olmak istemek de gayet cesaret gerektiren bir davranıştı. Çünkü, o dönemde aşının insanlara nasıl bir etkisinin olacağı konusunda kafa karışıklığı vardı! Ancak, gelebilecek bütün tepkileri göze alıp aşı olmayan ve toplumdan dışlanmaktan korkmadan hareket eden insanlar da vardı, bu da bir başka cesaret örneğiydi.
Kavga çıkmasın diye geri adım atmak, tartışmaktan uzak durmaya çalışmak, bir işe başlamaya tereddüt etmek ya da başlanılan bir işin sonunu getirmek istememek gibi davranışların da bazı insanlar tarafından “korkaklığın belirtisi” olarak kabul edildiğini düşünüyorum! Ne yazık ki “özür dilemenin” de bazı insanlar tarafından korkaklık ve güçsüzlük olarak görüldüğünü düşünüyorum. Sayamayacağım kadar çok olan “cesaret örneği olduğu düşünülen” davranışların insanların esaretini arttırdığını düşünüyorum: “Sürekli başkalarının ağzından çıkacak birkaç kelimeye bağımlı olmanın esareti altında yaşamak!” Bu esaretten kurtulmak, kişinin bu “cesaret göstergesi olduğunu düşündükleri davranışlarının aslında esaret çarkının birer dişlisi olduklarını fark etmeleriyle” mümkün olacaktır!
Belki de bazı insanlar korkak olduklarını gizlemek için cesur gibi davranıyorlardır! Belki de etrafına korku salan “belalı ve kavgacı tiplerin” en derinlerinde bir yerlerinde çok temel bir korku vardır: “Dikkate alınmamak, önemsenmemek!” Sessiz ve sıradan göründüklerinde insanlar tarafından dikkate alınmayacaklarından korkuyorlardır belki de! “Gürültülü ve tehlikeli” biri olunca insanlar bu tip insanları dikkate almak zorunda kalırlar. Kendilerinden uzak durmak, “belaya bulaşmamak” isterler. Peki ama insanlar onlardan uzak durunca bu insanlar yine dikkate alınmamış olmuyorlar mı? “Potansiyel belâ olma ‘cesaretini gösteren’ bu insanlar”, yine cesaretlerinin esaretleri altında yaşamaya mecbur kalmış olmuyorlar mı? Bu “potansiyel belâ olan” insanlarla yakın ilişkide olan insanlar da bu “yakın olma cesaretlerinin esaretleri altında yaşamayı” kabul etmiş oluyorlar zaten! Ancak herkes buna cesaret etmez, edemez. Sonuçta, “cesur olarak bilinmek” de potansiyel belâların toplum tarafından kabul edilmesini sağlayamıyor. Çünkü, onları oldukları gibi kabul etmiş olmuyorlar!
Bu yüzden, asıl cesaret “toplumun bizi nasıl tanımladığına aldırış etmeden” yaşayabilmektir. Asıl cesaret, tek başımıza kalma pahasına da olsa “kendimiz olma cesaretini gösterebilmek”tir. Asıl cesaret, insanlar tarafından dışlanmayı dikkate almadan yaşamayı öğrenebilmektir. Asıl cesaret, kendimizi “cesaretin esareti” çıkmazından kurtarabilecek bilince erişebilmektir. Asıl cesaret, “sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylerin aslında bizim sahibimiz oldukları gerçeğini” kavrayabilmektir. Bu meseleyi de sonraki yazıda konuşalım…