Hatırlar mısınız bilmem, yakın geçmişte “Çiftlik Bank olayı“ diye bilinen bir olay meydana gelmişti. Medyanın “tosuncuk“ lakabını taktığı birinin, insanları dolandırdığı ve sonrasında da yurt dışına kaçtığı söylenmişti. Daha sonra, Çiftlik Bank’a üye olanlarla yapılan bir röportaj ortaya çıkmıştı. Bu röportajda “Çiftlik Bank’a neden üye oldunuz“ şeklindeki soruya, kadının birinin duymaya çok alışık olduğumuz bir cevap verdiğini duymuştuk: “bu kadar insan aptal olamaz diye düşündük“. “Bu kadar insan aptal olamaz“! Günlük hayatta buna benzer cümleleri fazlasıyla duyuyoruz aslında değil mi? Ama isterseniz gelin biz bu cümleyi biraz yumuşatıp “bu kadar insan yanılıyor olamaz“ şeklinde ifade edelim.
Keşke sadece bu kadın bu mantığa inanıyor ve bu ifadeleri kullanıyor olsaydı! Hayatımızın her alanında aslında sürekli bu mantığın izlerini görüyoruz. Bir şeye karar verirken, insanların kararının o şeyin ‘çok olup olmamasına göre’ değiştiğini görüyoruz. Sadece birkaç meselede olsa o da yeterdi bize ama mesele bu kadar basit değil! “Çok olan iyidir“, “çok olan güçlüdür“ gibi anlayışın uzantısı aslında bu mantığımız. ‘Çok olana’ değer vermeye, onun peşinden gitmeye eğilim gösteriyoruz, hem de her alanda. Mesela siyasete bakalım. Siyasette ne oluyor? Belli bir oranın üzerinde oy alan, çoğunluğu sağlayan parti insanları yönetmeye hak kazanıyor ve buna “milli irade“ deniliyor. Çoğunluğun her zaman ölçü olamayacağını söyleyenler olursa da bu kişiler “sen milli iradeye karşı mı geliyorsun“ diyerek susturuluyor. Mesela “fazla parası olanların güçlü olacağına ve sözüne itibar edileceği“ne inanılıyor. Bu yüzden, insanların büyük bir kısmı da bütün hayatlarını kenara köşeye mal, mülk yığmakla geçiriyor. “Emekli olunca rahat ederim“ diye düşünüyor. Sanki emekli olana kadar hayatta kalacağının garantisi varmış gibi! Bir dükkânı olan birisi; bu mantığa o kadar çok inanıyor, insanların ‘çok olana saygı duyma’ mantığına o kadar çok güveniyor ki insanlardan saygı gördüğünü düşünüyor. İnsanların kendisine değil de ‘çok olana’ saygı duyduğunu bir süre sonra unutuyor. O kadar unutuyor ki ‘çok olan daha çok olsun diye’ adımını dükkânından dışarı bile atamıyor. Bütün gününü orada geçiriyor. ‘Yaşları çok olanların’, yani yaşlıların söylediklerine de belki de bu yüzden saygı duyuluyor. “O kadar yıl yaşamış, yanılıyor olamaz“ diye düşünüyor belki de ‘bazıları’! Belki de insanların ‘akrabacılık’ dediğimiz şeye fazla takılması da bu yüzdendir. Kalabalık olmaya çalışıyorlardır hep. Bir kız istemeye bile kırk kişi gitmelerinin sebebi de budur. “Bakın biz kalabalığız, isterseniz vermeyin“ demek içindir. “Kız vermek“ de ne demekse artık! Sanki eşya alıyorlar. Neyse, meseleyi karıştırmayalım, devam edelim. Sonuç olarak, hayatımızın büyük bir kısmında insanların bir kitleye, gruba, cemaate, partiye dahil olmak ve onların görüşlerine inanmak için çırpındığını görüyoruz. İnsanlar dahil olma davranışını her zaman mantığıyla düşünerek yapmıyor elbette. Bir yerde bir olay olduğu zaman, insanların kalabalık olan tarafı seçtiğini gördüğümüz ‘anlık durumlar’ da oluyor. İster anlık olsun ister ‘ömürlük’ bu mantık çoğu zaman işliyor. Mesela Sigmund Freud, Gustave Le Bon’un görüşlerinden yola çıkarak, bu konuda “Kitle Psikolojisi“ adlı eserinde şunları söylüyor: “örgütlenmiş kitleye yalnızca katılışı bile, insanın uygarlık merdiveninin birden çok basamağını gerisin geri inmesine yol açar. Yalıtık durumdayken belki üstün bir aşamada bulunan birey, kitlede barbar bir kişiye dönüşür, yani içgüdüleriyle davranan bir varlık olup çıkar, ilkeller gibi içinden geldiği gibi hareket eder, ansızın parlar, vahşice eylemlere girişir, coşkulara ve yiğitlik gösterilerine kaptırır kendini.“ Dediğim gibi, Freud’un bu söyledikleri ister anlık, ister ömürlük olsun geçerlidir. Bu mantık, artık mantık olmaktan çıkmıştır. Freud’un da dediği gibi ‘içgüdüsel bir davranışa’ dönüşmüştür. Mantık devreden çıkmıştır. Mantık o kadar devreden çıkmıştır ki, bazı insanlar kitleye “her zaman“ uymanın -dikkat ederseniz kalabalığa uymanın her zaman ve tamamen yanlış olduğunu söylemiyorum - mantıksız olduğunu bildiği halde bu davranışlarını sürdürürler. Artık “mantıksızlık mantık haline gelmiş“ olur.
Etrafımızda evlenip çoluk çocuğa karışan, hayatında işten başka bir şey düşünmeyen -bakın “düşünemeyen“ demiyorum- neredeyse yaptığı her eylemi “bu kadar insan yanılamaz“, “bu kadar insan boşuna mı yapıyor“ mantığıyla yapan birçok insan var. Bu arada, evlenmenin kötü bir şey olduğunu düşündüğümden değil, “herkes evlendiği için evlenmesi gerektiğini düşünenlerden“ bahsetmek istediğim için bu örneği verdim. Bütün bu söylediklerim, aslında geçen hafta yazdığım “onun lafına ne bakıyorsun sen“ yazımla da oldukça ilgili. Orada da bazı insanların dışlandığından bahsetmiştim. Herkes gibi davranan insanlar, herkes yaptığı için bir şeyleri yapmaya devam edenler, böyle yapmayanları “onun lafına ne bakıyorsun sen“ diyerek dışlamaya başlarlar.
Belki de insanlar ‘herkese uyma davranışını’ çoğu zaman mantıklı olduğu için değil, güce saygı duyduğu için yapıyordur. Belki de ben boşuna konuşuyorumdur. Tamam o zaman, ben susayım da yine Freud konuşsun o zaman: “Kitle “gerçek“ ve “düzmece“ konusunda kuşku nedir tanımaz, öte yandan kendisinde büyük bir gücün varlığı bilinci içinde yaşar, dolayısıyla otoriteye inançla bağlı olduğu kadar hoşgörüsüzdür. Güce saygı duyar, bir çeşit güçsüzlük belirtisi diye baktığı iyilikçi davranışların fazla etkisinde kalmaz. Üstün bildiği kişilerde aradığı, güçlülük, hatta zorbalıktır. Egemenlik ve baskı altına alınmayı, efendisinden korkmayı ister. Gerçekte düpedüz tutucu karakter taşır, tüm yenilik ve ilerlemelerden enikonu nefret eder, geleneğe karşı sınırsız bir saygı duyar“. Böyle olunca ne olur? Artık mantık, belki de hayat boyu, aramızdan ayrılır. İnsanlar; birilerine dediklerini yaptırmak için artık rica etmeyi, mantığını kullanmayı gereksiz görmeye başlar ve Freud’un bahsettiği döngü devam eder: “Kitleyi etkileyecek kimsenin, elindeki nedenleri mantık süzgecinden geçirmesinin gereği yoktur; işi alabildiğine güçlü imgelere dökmek, abartmaya kaçmak ve sürekli aynı şeyi yinelemek amaca ulaşmasını sağlar.“ İşte “bu kadar insan yanılıyor olamaz“ mantığını kullandığımızda, “bu kadar insan“ dediğimiz insanların “bu kadar insan boş yere saygı duymuyordur herhalde“ diye saygı duyduğu insanlar da kendini evrenin yaratıcısı zanneder ve işlerini diğerlerine yaptırmak istediği her seferinde “sen benim kim olduğumu biliyor musun“ cümlesinin dudaklarından dökülüverdiğini görürüz. Aslında bir düşünsek “bu kadar insanın“ yanıldığı ne kadar çok konu olduğunu göreceğiz ama işte “bir düşünsek“! Bir düşünsek, belki de “az çoktur“ gibi bir ihtimalin de olabileceğinin farkına varacağız. Bir düşünsek!