“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.“ Bu sözü daha önce en azından bir kere de olsa duymuşuzdur değil mi? Bu sözün ne anlama geldiği konusunda da hepimizin bir fikri vardır. Acaba tek bir anlamı mı var bu sözün? Başka anlamlara da geliyor olabilir mi? Hadi gelin bu sözün başka anlamları olup olmadığına bir bakalım.
Hayatımızı yaşamaya çalışırken günlük hayatta birçok olay ve insan çıkıyor karşımıza. Hepimiz, hayat tecrübelerimize dayanarak bu olaylara ve insanlara anlamlar vermeye çalışıyoruz. Bazen bunları doğru yorumluyoruz, bazen yanlış yorumluyoruz, bazen de etrafımızda neler olup bittiğinin ve insanların neler yaptığının, yapabileceğinin farkına bile varamıyoruz. Etrafımızdaki bazı insanlar diğerlerine kötülükler yapıyor ama biz bunun farkına varamıyoruz. Çünkü, herkesin olayları yorumlama becerisi aynı değil. Her insanın iyilik ve kötülük kavramına verdiği anlamlar aynı değil. Hangi davranışın iyi, hangisinin kötü olduğunu kestiremiyoruz her zaman. Olduğundan başka anlamlar verebiliyoruz bazen. Yani, atasözündeki ‘yılan’ın kim olduğunu, neler yaptığını ve yapabileceğini göremiyoruz her zaman. Bazen de, belki de çoğu zaman, kimin kime kötülük yaptığını gayet açık bir şekilde görüyoruz. Görmemize rağmen, bize ve yakınımızdaki insanlara zarar gelmesin diye susuyoruz. İşte yukarıdaki atasözü tam da bu davranışımıza dikkat çekmek için söylenmiş. Görüyoruz, susuyoruz. Neden susuyoruz? “Zarar gelmesin bize“ diyoruz. “Bize dokunmasın bu yılanlar“ diyoruz. Peki neden böyle diyoruz ?
Bir insan sadece bencil olduğu için haksızlığa, kötülüğe ve zulme karşı çıkmaz demek pek mantıklı olmasa gerek. Çünkü, insan, hayatının her anında her kötülüğe karşı çıkacak enerjiyi, zamanı ve imkânı bulamaz. Dünyanın her yerinde geçmişte bir sürü kötülük yapıldı. Şu anda yapılıyor. Gelecekte de yapılacak. Bunların hepsine tek başımıza yetişemeyiz, değil mi? Ancak, bu söylediklerimden etrafımızdaki haksızlıklara, zulme ve her türlü kötülüğe ses çıkarmayalım, nasılsa imkanımız yok anlamını çıkarmak da mantıklı değil. Ses çıkaracağız. Elimizden ne geliyorsa, neye gücümüz yetiyorsa, gözlerimiz ‘kötülüğün ne kadarını’ görebiliyorsa o kadarına karşı çıkacağız. Yalnız, kötülüğe sadece “ya bir gün benim de başıma gelirse aynı kötülük“ mantığıyla karşı çıkmak da duyarlı bir insanın davranışı olamaz bana göre. Burada da ‘bencil çıkarlar’ devreye girmiş olur.
Kötülüğe ’kötülük olduğu için’ karşı çıkmalıyız. Hem nasıl emin olabiliriz ki hangi yılanın bize ne zaman, ne kadar, nasıl dokunacağından? Nasıl başkalarına yapılan kötülüğü görmemiz her zaman mümkün değilse, bizim için de aynı şey geçerlidir. Belki de başkalarına ‘dokunan yılan’ bize de dokunmuştur da biz farkına varamamışızdır! Emin olabilir misiniz? Aslında dünyadaki kötülükler, haksızlıklar bence bu mantık üzerinden işliyor. Çoğu zaman, etrafımızdaki kötülüklerin bize doğrudan zarar vermediğini ve vermeyeceğini düşündüğümüz için, diğer insanlara doğrudan zarar verdiğini gördüğümüz için susuyoruz, karşı çıkmıyoruz kötülüklere. “Bizim başımıza gelmez“ diyoruz. Yılanın bize dokunduğunu, bize dokunduğunun farkına vardığımızı ama ses çıkaramadığımızı da bir düşünün bakalım! Ne kadar acı değil mi? Bu durumda, etrafımızda yılanın bize dokunduğunun farkına varan insanlar olduğunu bir düşünün! Biz de; haksızlığa, kötülüğe karşı çıkma imkanımız, zamanımız ve enerjimiz varken ‘sadece zarar görmemek için’ kötülüğe karşı çıkmamışsak? Etrafımızdaki insanlar da bize yapılan kötülüğe aynı sebeplerle karşı çıkmamışsa onlara kızma hakkımız olur mu? Bence olmaz. Ama en kötülerinden biri ne biliyor musunuz ? “Bana dokunan yılanlar başkalarına da dokunsun“ demek. Düşünsenize, sizin başınıza kötü bir şeyler geliyor ve siz “ben yandım başkaları da yansın“ diyorsunuz. Bu söz içinde neleri neleri barındırıyor, bir düşünün! Ne yazık ki, ben etrafıma baktığım zaman bu davranışın da oldukça sık şekilde tekrarlandığını görüyorum. Bencilliğin zirvesine en yakın sözdür bu söz: “Ben yandım siz de yanın“. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın“ sözü, içinde bir bencillik barındırıyordu. Zarar görmediği için susmaktı bu sözün anlamı. Bundan sonra da zarar görmemek için susmaktı.
Net bir bencillik barındırıyordu içinde. Ama “bana dokunan yılanlar başkalarına da dokunsun“ sözü artık cehalet ve bencillikle açıklayabileceğimiz bir söz değil bence. Bu ancak kötü bir insanın dileği olabilir. Burada “başkalarının da canı yansın“ gibi aşağılıkça bir dilek var. Bir de bencilliğin zirvesi olan bir söz var: “Yılanlar bana dokundu, ben de başkalarına dokunacağım“ Yani “bana kötülük yaptılar, ben de size yapacağım“ sözüdür bencilliğin zirvesi. İntikam. Geç kalmış ve ‘hedefini şaşırmış’ bir intikam. Artık dilek yok burada. Artık uygulamaya geçmiş bir kötülük var. Belki de günlük hayatta bize neden kötülük yaptığını anlayamadığımız insanlar “bana kötülük yaptılar, ben de size yapacağım“ mantığıyla hareket ettikleri için bize kötülük yapıyolar! Belki mi dedim? Bence belki değil. Ya ‘kesinlikle’ ya da ‘ çoğunlukla’ demem gerekiyordu. Çünkü, etrafta bu mantığı ‘hayat felsefesi’ haline getirmiş bir sürü insan var. Elbette her zaman görünmüyorlar ama bazen görünür hale geliyorlar; tamamen gizli değiller. “Ezilme,ez“ gibi sözleri duyduğunuzda biraz daha dikkatli bakarsanız etrafınıza, biraz daha dikkatli düşünürseniz görürsünüz ‘kötülük tohumları’nı.
Bu tohumların kimlerin içine yerleştiğini. Aşağıya, değerli olduğunu düşündüğüm iki düşünürün sözünü bırakıyorum. Belki kendinizin ve başkalarının içindeki ‘kötülük tohumları’nı fark etmenize yardımcı olur... Ne çok gülmüşümdür, içinde binlerce kötülük bulunan, ama kendini iyi biri zanneden zayıflara!" -Friedrich Nietzsche
Dünyanın bütün kötülüklerine başkaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de başkaldır. - Yaşar Kemal