Mutfağa girerken dünden kalan bulaşıkları görünce nedense birkaç gündür tembel tembel evde pineklediği aklına geldi. Pencereden dışarı bile bakmıyordu.
En son pencerenin kenarına yuva yapan kuşa bakmıştı. Yuvayı gördüğünde, içine su ve ekmek kırıntıları koyduğu kaseyi, yuvanın hemen yanına bırakmıştı...
İnce belli bardağa çayını dökerken dolunay evresinde olan ay gözüne takıldı. Kaldığı yerden kitabı okurken çay içme isteği onu mutfak penceresinden seğirten ay ile baş başa kalmasına sebep olmuştu.
Ay bu gece çok güzeldi. Sonra insanoğlunun oraya 50 yıl sonra tekrar gideceği aklına geldi.
Bu kez niyet “bir arkadaşa bakıp çıkacağız!” da değildi. Orada üs kurma niyetleri var. Bu kez sadece bir ülke uzay ajansı da değil, birçok ülke uzay ajansı ile koordineli bir misyondu.
Dünya içinde bir türlü barış içinde yaşamayı beceremeyenlerin; katlettikleri masum insanların yanı sıra mahvettikleri doğası yüzünden dünyadan kaçma çabası içine girmeleri, onun fazlasıyla sinirlenmesine yetmişti.
Elbette Ay'a üs kurma misyonu; yaşam şansı olan başka gezegenlere gitmeden önce belli ki kolonileşme denemeleri olacak.
Bu düşüncelerle ince belli bardağa doldurduğu çay ile kaldığı yerden kitabını okumak için tıpkı mutfak gibi dağınık oturma odasına doğru yürümeye başladı.
Kitap çok sevdiği bir yazarın son romanıydı. Sürükleyici ve polisiye olması 620 sayfalık romanı okurken onun birkaç gündür eve kapanmasına sebep olmuştu. Ve romanı neredeyse bitirmek üzereydi.
Dışarı çıkmasını gerektirecek bir işi olmadığı gibi, sosyal hayatı da yok denecek kadar azdı. 57 yıllık ömrünün son 5 yılını yalnız ve neredeyse asosyal bir şekilde geçirmişti. Son günlerde iyice eve kapanmıştı. Kitap okumak sanki bahanesi olmuştu. Bu durum hayata tutulmasına sebep olan ender bahanelerinden biriydi.
Eşi öldükten sonra bir süre durumu kabullenemedi. Sonra insanlarla olan bağını en aza indirmişti. Mutlu değildi. Mutlu olmak için çaba göstermiyordu, yakın çevresinden de iyice uzaklaşmıştı ve bu durumu gerçeklerden kaçmak için kullandığı aşikardı.
Kimseye haber vermeden 3 yıl önce bu sahil kasabasına yerleşmişti. Bu kararı fiziksel olarak geçmişinden kaçış olarak gerçekleştirdi. Fakat zihinsel olarak geçmişinden hiç bir zaman kaçamadı.
Ölümü; bu sahil kasabasında bekleyecekti...
***
Bu hafta yazımın içeriği kısa bir öykü denemesi oldu. Bu köşede yazılarım ile ilgili hep pozitif dönüşler almadım. Az da olsa negatif geri dönüşler de oldu!
O dönüşler arasında; “Hikaye anlatıyorsun!” , “Hikaye anlatma!” gibi ifadelerin karşılığı olması adına, bu kısa öyküyü yazma gereğini duydum.
Medya Lokum Biga; önemli bir işi başarıyor. Doğrunun peşinde koşuyor.
Her kesimden bireye fikrini beyan etme şansı veriyor. Şehrin tüm renklerinin ifade edilebildiği bir gazete oldu. Müthiş bir emeğin ve birikimin eseri olarak her hafta bizlere ulaşıyor.
Dolayısıyla sahiplerinin daha önceki konumlarına, siyasi görüşlerine aldanıp Medya Lokum gazetesinin birileri tarafından finanse edildiğini zikredenleri, önce bu gazeteye abone olmaya davet ediyorum. Zira taş atmak kolaycılığı yerine, emek verenlere değer katmak gerekir.
İlk sayı çıktığı gün ‘hayırlı olsun’a gittiğimde ilk sorduğum soru abonelik şartları oldu. Bu gazetenin nacizane köşe yazan bir bireyi olmaktan çok abonesi olduğumu; haberleri ve tüm içeriği dikkatli ve bir okuyucu gözüyle okuduğumu her defasında ilgili kişilere belirtiyorum.
18 Eylül Biga'nın kurtuluşu etkinliklerini ilgiyle takip ediyorum. Bizlerin bu topraklar üzerinde olmasına vesile olan şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun. Biga'nın kurtuluşunun 100. yılı kutlu olsun.
Medya Lokum Biga gazetesinin ana sayfasında bulunan ve gazetenin mottosu olan söz, bu hafta yazımın son noktası olacak.
******
“Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz.”
Mustafa Kemal Atatürk