Tam 1,5 yıldır hayatımızı farklı açılardan etkileyen pandemi sürecinde artık farklı bir noktaya geldik. “Maske virüsten koruyor mu? “, “Pandemi ne zaman sona erer?“, “Okullar ne zaman açılacak?“, “Aşı ne zaman bulunacak?“ şeklindeki sorular yerlerini bambaşka sorulara bıraktı. Artık, “Aşı olanlara hangi eylemler serbest, olmayanlara hangileri yasak?“, “Pcr testi yaptırmayanlara neler olacak?“, “Aşı olmayanlar aşı olmaya nasıl teşvik edilebilir?“, “Aşı olmayanların aşı olması için hangi kısıtlamalar getirilmelidir?“ şeklindeki sorular gündemimizi meşgul ediyor, anlaşılan etmeye de devam edecek.
Geldiğimiz noktada insanlar farklı görüşlere ayrılmış, daha doğrusu “kutuplaşmış“, “kamplaşmış“ durumdalar. Hani derler ya “Her kafadan bir ses çıkıyor“, şu an tam da bu noktadayız. Televizyona çıkan ve ‘çıkamayan’ doktorlar, gazeteciler, devlet yöneticileri, özel sektör temsilcileri, öğretmenler, öğrenciler, esnaf, toplumun diğer kesiminden insanlar, farklı görüşteki diğer insanlar, farklı görüşlere kapalı olan insanlar, farklı görüşlere kapalı olan insanlara karşı olan insanlar, kısacası toplumun her kesiminden insanlar bazı noktalarda anlaşıyor, bazı noktalarda ‘ayrışıyor’lar. “Bilgi seli“ yaşanan böyle bir ortamda insanlar neye inanacağını gerçekten şaşırdı. Bir gün savunulan görüş ile bir hafta sonra dalga geçiliyor. Daha önce ciddiye alınmayan, alaya alınan görüşler kısa süre sonra baş tacı ediliyor. Geleneksel medya neredeyse tamamen “tek sesli“ yayın yaparken, yeni medyada farklı görüşlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Örneğin, sosyal medyada her gün farklı bir etiket ile farklı görüşler ileri sürülüyor. Bazıları zihinleri “berraklaştırırken“, bazıları daha da “bulanıklaştırıyor“.
Ben zihinleri ‘bulanıklaştırmak’ yerine ‘berraklaştırmak’ gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden, hangi insanların hangi görüşleri neden savunduğunu ya da neden reddettiğini özet halinde açıklamak istiyorum. Yukarıda da söylediğim gibi, çok farklı kesimler tarafından çok farklı görüşler ileri sürülüyor. Bunları bir araya toplamak pek kolay olmasa gerek. Bu yüzden, bu görüşlerin üç gruba ayrılması gerektiğini düşünüyorum. İlk grupta “aşı olanlar, pcr testi yaptıranlar, virüsü atlatmış olanlar“ var. İkinci grupta “aşı olmayanlar, henüz pcr testi yaptırmayanlar ve virüse yakalanmamış olanlar“ var. Bu gruplarda farklılıklar olabilir. Ancak, vurgulamak istediğim temel nokta “Sağlık Bakanlığı ve iktidarın“ isteklerini “bilerek veya bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek kabul edenler ile bu istekleri “bilerek ya da bilmeyerek veya isteyerek ya da istemeyerek reddeden“ insanlar olduğu. Son grupta da “Sağlık Bakanlığı ve iktidar kanadı“ var elbette.
İlk grup ile başlayalım. Bu grupta “aşı olanlar, pcr testi yaptıranlar ve daha önce virüse yakalanıp atlatmış olanlar“ var. Yani “yasaklardan neredeyse tamamen muaf olanlar“. Bu gruptaki insanların hepsi olmasa da “bazıları“ birtakım görüşler ileri sürüyorlar. Mesela, aşı oldukları ya da hastalığı daha önce geçirdikleri için “maske takmama hakkına sahip olduklarını“ söyleyenler var. Bu kişilerden “bazıları“ bununla da kalmıyorlar ve aşı olmayan insanların ‘bu hakkı elde etmemeleri gerektiğini’ söylüyorlar. Kendileri aşı olmasına, ancak diğerleri aşı olmamasına rağmen bu kişilerle “aynı haklara sahip olmalarının“ aşı olanları “enayi konumuna düşürdüğünü“ söylüyorlar. Bu yüzden, aşı olmayanların “aşı olana kadar“ sosyal hayattan dışlanması gerektiğini söyleyenler de var. Üstelik, virüsü yayanların aşı olmayanlar olduğunu, vaka sayılarının ve “ölümlerin“ sorumlularının aşı olmayanlar olduğunu söyleyenler de var. Aşı olmayanların “cahil oldukları, kulaktan dolma bilgilere inandıkları, paranoyak oldukları için“ aşı olmadığını söyleyenler de var. Halbuki bu ilk gruptaki insanlardan “bazıları“, ikinci gruptaki insanlardan “bazıları“ ile birlikte daha önce vaka ve ölüm sayıları konusundaki sorumluluğun iktidar olduğunu söylüyorlardı. Şimdi oklarını ikinci gruptaki insanlara yöneltmiş durumdalar. Aşı olanlardan “bazıları“ , “Sanki yediğimiz, içtiğimiz her şeyin faydasını ve zararını biliyoruz!“ şeklindeki söylemleriyle “aşı olmalarını“ mantıklı hale getirmeye çalışıyorlar. İlk grubun içinde “Tamamen bilime güvenmeliyiz“ şeklinde mantık yürüterek aşı olanlar da var; “işten çıkartılmaktan korkma, sosyal ortamdan dışlanmak istememe, özgürce hareket edememe, bir an önce normal hayata dönmek isteme“ gibi sebeplerden dolayı “mecburiyetten“ aşı olanlar da var. Bu gruptakilerden “bazıları“, aşı olmayanlara karşı “İsteseniz de istemeseniz de aşı olacaksınız!“ şeklinde “kutuplaştırıcı“ ve zorbaca bir yaklaşımda bulunuyorlar. Hayatın normale ‘dönememesinin’ bütün sorumluluğunu “aşı olmayanlara“ atmaya çalışıyorlar. Onlara “toplum düşmanı“, “ölümlerin sorumluları“ gibi ağır ithamlarda bulunuyorlar. Ancak, aşı dışındaki başka meselelerde başkaları tarafından kendilerine “zorbalık yapılmasını“ da şiddetle reddediyorlar. “Kendilerinin sağlığının“ aşı olmak istemeyenler tarafından tehlikeye atıldığını söylerlerken, aşı olmak istemeyenlerin “aşının kendi sağlıkları için zararlı olabileceği“ şeklinde akıl yürüttükleri için aşı olmak ‘istemeyebilecekleri’ ihtimalini akıllarına getirmek istemiyorlar. Ölümlerin “aşılardan kaynaklanıyor olabileceği’ ihtimalini de gündeme getirmiyorlar.
Şimdi gelelim ikinci gruba. Başlıktan da anlaşılacağı üzere ben de bu grupta sayılırım. Şimdi gelin, samimi bir şekilde konuşalım. Ben burada kendi görüşlerimi yazacağım. Benim gibi düşünen ya da daha farklı sebeplerden dolayı aşı olmak istemeyenleri “aşı karşıtları“ olarak isimlendiriyorlar. Hayır, ortada aşı karşıtlığı diye bir şey yok. Biz aşı karşıtı değiliz. “Aşının güvenli olduğundan, şimdi veya ilerleyen süreçte herhangi bir ciddi sağlık problemine yol açmayacağından emin olmadığımız için“ aşı olmayı erteleyenleriz, sorgulayanlarız, belki de hiç aşı olmayacak olanlarız. Bunun toplum düşmanlığı ile, paranoyaklık ile, düzen bozuculuk ile, dikkat çekmeye çalışmak ile herhangi bir ilgisi yok. Olsa da değişen bir şey olmaz. Sebep her ne olursa olsun, aşı olmak istemeyen bir insana çeşitli yöntemler kullanılarak, baskı uygulayarak aşı yapmaya çalışmak tam anlamıyla “zorbalık“tır. Biz “aşı karşıtı“ değiliz, biz “zorbalık karşıtı“yız. İnsanları köşeye sıkıştırarak, onlarla alay ederek, onları toplum dışına iterek, küçümseyerek, tehdit ederek, kısacası “mecbur bırakarak“ onların aşı olmasını sağlamak tam anlamıyla “zorbalıktır“. Bu konuda benim de bir kavram önerim var: “Aşı zorbalığı“. Evet evet, ‘aşı zorbalığı’! Bakın nasıl da yerine oturdu kavram! “Aşı zorbalığı“nın bütün işaretleri de ortada zaten!
Bizim gibi düşünenlere her ne kadar “aşı karşıtı“ deseler de ben aşı olmak isteyenleri “aşı sevdalıları“ şeklinde küçümseyici bir şekilde nitelendiremem, benim gibi düşünenlerin de nitelendirmemesi gerekir. Çünkü, herkes koşa koşa aşı olmaya gitmiyor! Gidenler de “kendilerinin, yakınlarının ya da diğer insanların sağlıklarını düşündükleri için“ gidiyorlardır diye düşünürüm. Aslında mesele çok basit. “Kendi sağlığını ya da başka bir şeyi düşündüğü için aşı olanlar“ ile “kendi sağlığını ya da başka bir şeyi düşündüğü için aşı olmayanlar“ şeklinde iki grup var. Birisi aşı oluyor, diğeri olmuyor. Madem mesele özgürlük meselesi ve Cumhurbaşkanı da bu meselenin ‘zorla’ olmaması gerektiğini söylüyor; o zaman aşı olmak istemeyenleri rahat bırakın artık. Aşı olmayan ya da hastalığı geçirmemiş olanlara “belli aralıklarla negatif pcr test sonuçlarını gösterme“ zorunluluğu nedir? Aşı olanlar virüs yaymaya devam etmiyor mu? Yoksa aşı oldukları için ‘daha az’ mı yayıyorlar? Yaymaya devam ediyorlarsa onlara da ‘düzenli aralıklarla pcr testi yaptırma zorunluluğu’ getirilmesi gerekmez mi? Yoksa aşı oldukları için ‘hafif atlattıkları’ virüsü, bulaştırırken de mi ‘hafif’ bulaştırıyorlar? Madem ortada bir “özgürlük“ narası atılıyor, o zaman aşı olanların aşı olmayanların “aşı olmama özgürlüklerine saygı duyarak“ maskelerini ağızlarına takmaları, onlara virüs bulaştırmamaya çalışmaları gerekmiyor mu? Aşı olanlar madem aşının koruyuculuğuna bu kadar güveniyorlar, o zaman neden aşı olmayanlar üzerinde baskı kuruyorlar? Yoksa aşı oldukları için pişman mı oldular? Yoksa aşı olunca hemen eski yaşamlarına döneceklerini mi umdular? Acele ettikleri için kendilerine mi kızıyorlar? 2 doz aşı yaptırdıktan sonra “ölümsüzlük şerbetini içmiş gibi ortada dolanan“ ‘bazı insanlar’, 3 ve 4. doz kararları alındıktan sonra aşı olmayanlara hak vermeye başladılar mı? Daha önce “Mutlaka Sinovac aşısı olun, zararlı değil“ telkinleri ile aşı olanlar, Sinovac aşısının çok da etkili olmadığını öğrendiklerinde hayal kırıklığı yaşadılar mı? Aynı hayal kırıklığını “BioNTech“ aşısında da yaşamaktan korkmaya başladılar mı? Aşıyı üreten firmalar neden sorumluluk almıyorlar? Yarın bir gün herhangi bir sorun yaşandığında, aşı olanlar ya da ‘baskıyla aşı olmaya zorlananlar’ haklarını nasıl ve nerede arayacaklar? Yoksa, onlara “Aşı olmak sizin kararınızdı, firmamızı sorumlu tutamazsanız.“ denilerek çıkış kapısı mı gösterilecek? Aşı olanlardan ölenler yok mu? Onlar neden medyada kendilerine yer bulamıyorlar? 6 ay öncesine göre aşılama oranı oldukça yükselmesine rağmen neden ölüm sayıları artıyor? Yoksa ölümlerin sorumlusu ’farklı varyantlar’ mı? Peki ama, hani aşı varyantlara karşı da etkiliydi! “Varyantlar“ da aşı olmayanlara mı bulaşıyor sadece? Neden ortalama vaka sayısı 20.000 dolaylarındayken her gün 300 kişi ölmeye başladı? Bu oranlar geçen sene de böyle miydi? Neredeyse bütün ölenler ‘aşı olmayanlar’ ise neden azala azala bitemedik? Ebeveynler 18 yaş altı çocuklarının aşı olması meselesine nasıl bakıyor? Neden aşı konusunda şüpheleri olan uzmanları televizyonlarda göremiyoruz? Madem bu bir sağlık meselesi, o halde meselenin etraflıca ve ‘şeffaf bir şekilde’ tartışılması gerekmiyor mu? Daha sorulacak çok soru var ama şimdilik bu kadar yeterli.
Şimdi gelelim “Sağlık Bakanlığı ve iktidar kanadı“nın bulunduğu üçüncü gruba. Aslında buraya muhalefet partilerini de katmamız gerekiyor! Onlar da neredeyse her konuda ayrıştıkları üçüncü gruptakiler ile aşı meselesinde “tam mutabakat“ halinde hareket ediyorlar! Üçüncü grup, ilk grup ile neredeyse aynı fikirde olduğu için bu gruba fazla değinmeyeceğim. Bu grup, her ne kadar “isteyen aşı olacak“ diyorsa da son günlerde getirdikleri “pcr testi zorunluluğu“ ile birlikte kendi kendileriyle çelişmiş oldular. Bazı insanlar, üçüncü grubun bu davranışını “aşı zorbalığı“ olarak yorumladı. Bazıları da bu zorunluluğu destekledi elbette. “Şimdi görürsünüz siz!“ diyerek ellerini ovuşturmaya başladılar! İlk gruptaki insanların fikirleri, üçüncü gruptakilerin fikirleri ve medyanın söylemleri “toplumsal dışlama mekanizması“ ile birleşince ikinci gruptaki insanlar tam anlamıyla “köşeye sıkışmış“ oldular. Aşı olmayan sayısı her ne kadar azınlıkta olsa da “az“ sayılmazlar. İktidar partisi ve Sağlık Bakanlığı, daha önce halk tarafından kendilerine yöneltilen eleştirileri “aşıları Türkiye’ye getirerek ve pcr testi zorunluğu getirerek“ ikinci gruptaki insanların üstüne yöneltmiş oldu. Şimdi neredeyse bütün tepkiler aşı olmayanlara yöneltiliyor. Öncesinde, halk her ne kadar maske takmayanlara ve sosyal mesafeye uymayanlara tepki gösterse de tepkinin büyüğünü iktidara ve Sağlık Bakanlığı’na gösteriyordu. Üçüncü grup, tepkilerin odağını ikinci gruba yönelterek biraz olsun rahatlamış oldu. Anlaşılan, ilk grup ile üçüncü grup birlik olarak “okulların açılması, sosyal hayatın normale dönmesi“ gibi bahanelerle ikinci grubu daha da ‘köşeye sıkıştıracak’ ve toplumun çoğunluğunun aşılanması için çalışmaya devam edecek.
Evet, burada bir mücadele var. Bu bir savaş değil, bildiğimiz anlamda savaş değil! Herkes “kendi doğrusunun mücadelesini“ veriyor. Ancak, bu mücadele verilirken “kutuplaşmaktan vazgeçmeliyiz“! Herkesin faydasına olacak şekilde adil kararlar almalıyız. Her şeyden önce “samimi“ olmalıyız! “Zorbalıktan“ medet ummamalıyız! “Kutuplaşmadan uzlaşmalıyız“! “Kutuplaşmadan uzlaşmak“. Bakın yeni bir kavram buldum. Bu kavram ile neyi kastettiğimi de sonraki yazımda açıklarım. Korkmayın, sonraki yazım aşı ile ilgili olmayacak...