Mağazanın işletmesini neredeyse 15 yıldır Hülya Pastırmacı yapıyor. Çok yakın arkadaşım olan Burcu, tam 20 yıldır orada çalışıyor. Hatta onu da artık herkes ‘Pastırmacı Burcu’ diye tanır. İlk defa Burcu sayesinde hem alışveriş yapma hem de marka sahipleriyle tanışma fırsatım oldu. E o zaman ben de Pastırmacılar’ın son 20 yılına tanıklık etmişim. Mağazanın sahibesi ve işletmecisi olan Hülya Pastırmacı hem güleryüzlü hem de çok güzel ve dobra bir tarzı vardır. Ne zamandır kendisine teklif ediyorum ‘Röportaj yapalım’ diye ama ‘Ne anlatacağım’ diyordu hep. 34 yıldır dünya markalarını Biga’ya getirmiş, insanları giydirmiş, iyi günde kötü günde hep dükkanını açık tutmuş. 2 oğlunu büyütmüş, üniversiteden mezun etmiş ve hem esnaf Hülya Pastırmacı hem de 3 dönemdir Gümüşçay Belediye Başkanı Adnan Pastırmacı’nın eşi olma dengesini bence müthiş korumuş bir kadın… Hülya Pastırmacı ile esnaflığı konuştuk.
Kaç doğumlunuz?
1967 yılında Gümüşçay’da doğdum.
Kaç çocuğunuz var? neler yapıyorlar?
2 oğlum var. İkisi de üniversiteyi bitirdi. Büyük oğlum makine mühendisi. O artık çalışmaya başladı. Küçük oğlum enerji mühendisi. O daha yeni bitirdi okulunu.
Pastırmacılar kaç yıllık mağaza?
34 yıllık geçmişimiz var.
İlk kimler açtı?
Adnan Pastırmacı, Ahmet Pastırmacı ve Vehpi Cevher üçü açmışlar. Kısa süre sonra Adnan ve abisi Ahmet devraldı. Yaklaşık 26 yıl birlikte devam ettiler. Bir süredir de sadece biz yürütüyoruz.
Neden spor mağazası?
Eşim sporu ve özellikle futbolu sevdiği ve uzun süre de futbol oynadığı için hayaliymiş zaten. Bu hayalle yola çıkılmış.
Hep marka ürünleri satıyorsunuz değil mi?
Evet, Adidas ile başladık ve hep marka satıyoruz. Zamanla sattığımız markalar değişiyor, güncelleniyor tabiki ama hep marka sattık. Ve şimdi bu konuda yeni bir adım attık. Yine bir dünya markası olan Skechers’ı da bünyemize kattık. Bunu da burada söylemiş olalım.
Şu anda hangi markaları satıyorsunuz?
Skechers, Cat, Hammer Jack ve Puma var.
Siz kaç yıldır işletmenin başındasınız?
Öncesi de var aslında ama birebir 15 yıldır işin başındayım, buradayım.
Çocuklarınız bu işi yapmak istemedi mi?
Büyük oğlum aslında daha meraklı. Kendi mesleği de iyi yani. Onu da seviyor. O yüzden şu anda kendi işini yapıyor. Küçük oğlum asla istemiyor.
Siz daha önce bir yerde çalıştınız mı?
Hayır, hiç çalışmadım. Kariyerime burada başladım. Tezgahtarlık diyorum ben, yaptığım işin kalıbı tam olarak ona uyuyor. Tezgahtarlıkta yüksek lisans yapıyorum burada. Daha önceden arada dükkana uğradığımda müşteri bir şey isterdi, eşim ‘İlgilenir misin müşteriyle’ dediğinde, o kadar sıkılırdım ki, çok ayıp gelirdi birisine bir şeyi satmaya çalışmak. Ağladığım bile olmuştu. Söyleyemiyorum yani müşteriye, ‘İyi oldu bence. Bunu alın’ falan diye. Alışmaya başladıktan sonra gülerek anıyorum o günleri. Bugün çok seviyorum esnaflığı. Bir şey satmayı ve insan ilişkilerini.
İletişim kazaları oluyor mu müşteri ile?
Tabi bazen karşınızdaki kişi sizi anlamıyor ya da yanlış anlıyor. Bazen kabalaşabiliyorlar ve o zaman artık tecrübeli olduğum için kime nasıl davranmam gerektiğini biliyorum. Mağazaya giren herkes bir şey almak zorunda değil. Gezebilir, bakabilir. Mesela biz spor malzemeleri de sattığımız için çocuklar çok uğrarlar bize, toplara bakarlar, dambılları ellerler. Kendilerini iyi hissederler, özgürce dolaşırlar. Bu beni mutlu ediyor. Bir de sattığımız ürünleri aynı zamanda ben de yıllardır kullanıyorum. Ürünlerle ilgili sorulara cevap verirken daha da kendimden emin ve özgüvenli olabiliyorum. İletişim kazaları sadece satışta değil, hayatımızın her anında var. Aile içinde, çocuklarımızla ya da sokakta bunlar olacak tabi. Ama esnaflık yapmanın en büyük kazancı bu her türlü insan ile sıkça iletişim halinde olduğumuz için iletişim anlamında da biraz daha anlayışlı olabilmemizi sağlıyor bu.
Formlara baskı yapılıyordu. Okullara eşofman takımı yapılıyordu yıllar önce. Artık yapmıyorsunuz, değil mi?
Eşim mağazanın başındayken yapıyorduk, evet. Ama sonra onun belediye başkanı olması sebebi ile yanlış anlaşılmaya sebep olmasın diye yapmıyorum.
Marka ürünü satmak kolay mı, zor mu?
Markayı isteyen çok müşterimiz var. Konforunu tecrübe etmiş birisi bir daha başka bir şey giymek istemiyor. Tekstilde de ayakkabıda da bu böyle. Aileler kendilerinden önce çocuklarına iyi ürün almayı tercih ediyorlar. Peynir ekmek gibi satılmıyor ama markalı ürünü satıyorsunuz bir şekilde. Herkesin bilmediği markalarda müşteri onu ikna etmenizi isteyebiliyor, ama daha bilinen ya da daha önce kullandığı bir markayı almak için geliyorsa, orada tek önemli şey fiyatı. Fiyatı o an kişiye uygunsa alıyor, değilse parasını denkleştirip öyle almaya geliyor.
Tekstil de satıyorsunuz. O da ayakkabı gibi tercih ediliyor mu?
Biz tekstil satıyorduk zaten. Şimdi ürün yelpazemiz genişledi. İnsanlar rahatlığa özen gösteriyor. Günümüzde moda da o yöne döndü. Bir de pamuklu ürünler satıyoruz. Bu konuda da çok dikkatli kişiler var artık. Kıyafette de marka ürünleri satmayı tercih ettiğimiz için, o rahatlığı deneyimleyen ve daha sonradan yeniden almaya gelen müşterilerimiz çok oluyor. Bazı mesleklerde de önceden olduğu gibi takım mecburiyeti artık olmadığı için sweatshirt mesela çok tercih edilen ürünlerin arasına girdi.
‘Bir alana bir bedava’. Sizinle özdeşleşen bir kampanya oldu ve herkes bunu bekliyor. Kaç yıldır yapıyorsunuz bu kampanyayı?
20 yıl olmuştur. İlk bunu duyduğumda eşimin fikriydi ve saçmalık dedim. Ama sonradan hem faydasını çok gördüm hem de bunu bekleyen insanları görmek beni de heyecanlandırmaya başladı. Son yıllarda benzeri kampanyalar internet satışlarında ve mağazalarda çok yapılıyor. Bunu 20 yıldır yapıyor olmak da Pastırmacılar’ın dün de bugün de bir vizyonu olduğunu gösteriyor.
Hiç kapatmayı düşündünüz mü?
Tabi düşündüğümüz oldu. Her şey her zaman mükemmel olmuyor ya da istediğiniz gibi gitmiyor. O düşüncelere de girdik, fakat kıyamadık. Hatta mütevazi olmayacağım. Ben kıyamadım. Köklü esnaf olduğunuz zaman firmalar ile bağınız da herhangi birisi gibi olmuyor. Bir telefonla bütün kapılar açılıyor bazen gerçekten. Onun verdiği güven de insana hem onur hem de güç veriyor.
Mağaza da sadece iki kişi mi çalışıyorsunuz?
Evet. Ben ve Burcu, ikimiz varız. Burcu 20 yıldır Pastırmacılar’da bizimle birlikte. Ne yaşadıysak birlikte yaşadık. Ne gördüysek birlikte gördük. Bizim 2 oğlumuz var. O da kızımız oldu zamanla.
Siz de Gümüşçaylı’sınız. Eşiniz 3 dönemdir Gümüşçay Belediye Başkanlığı yapıyor fakat sizi eşinizin yanında çok fazla görmüyoruz. Bu durumu siz mi tercih ediyorsunuz?
O benim eşim ve onun yaptıkları ve yapacakları konusunda hiç şüphem olmadı. Hep de gurur duydum. Ben de Gümüşçaylı’yım evet ve yapılan her hizmet beni 2 defa mutlu ediyor. Hem Gümüşçaylı olarak hem de Gümüşçay Belediye Başkanı’nın eşi olarak. Fakat ben esnaf koltuğunda oturuyorum. Eşim ise belediye başkanı. Burada rolleri sindirmek önemli. Ben eş olarak olmam gereken her yerde yanında oldum ve her zaman da olacağım. Bu iyi günde de kötü günde de böyle olacak. Esnaf olarak bu dengeyi sağlamak zorunda olan benim. Benim arkasında durmak zorunda olduğum bir markam ve koltuğum var. Bu konuda beni eleştirenler oldu tabiki. Hala daha oluyor. Kendi köyümde yıllarca komşuluk yaptığım insanlara hatta benim çocukluğumu bilen insanlara gidip oy istemek bana düşmez. O, eşimin yapması gereken bir şeydi ve öyle oldu. İlk seçimde tam olarak eşimin nasıl bir başkanlık dönemi geçireceğini bilmediğim için izledim ve gerçekten gurur duydum. Ama ikinci seçimde ben de ‘kazanmadan gelme’ dedim. Son seçimde ise zaten kazanacağını biliyordum.
Eleştirdiğiniz oluyor mu eşinizi?
En çok ben eleştiriyorumdur zaten. Belediyelerin zaten yapması gereken asli şeyleri yaptıklarında bununla övünülmesi hoşuma gitmiyor. Bunun için bir başkana çok ihtiyaç yok. Ama başkanların vizyonları sayesinde sorumluluk alanına kattıkları… İşte bunlar taktir edilmeli kesinlikle. Örneğin doğalgaz, örneğin her yere suyun kolayca gelmesi konusunda hayali vardı eşimin. Başardılar, oldu ve her yıl barajlar açılınca birlikte gider, o sulara bakarız, mutlu oluruz ve ben bu yüzden eşimle gurur duyuyorum. O kendi koltuğunda, ben de kendi koltuğumdayım. İkimiz de yapmamız gereken şeyleri yapıyoruz. Benim doğrularım bana. Bunun böyle olması gerektiğini söylüyor.
(Röportaj: Çiğdem Özden Demiray)